Cortoplacismo, kısa dönemcilik, ileriyi görmemek, ileriyi düşünmemek anlamına gelen İspanyolca bir kelime. Cortoplacista ise, kısa dönemci, geleceği görmeyen veya düşünmeyen kişi veya kişiler anlamına geliyor.
Cortoplacismo,1950’lerden başlayarak, Latin Amerika ülkelerinin laneti olarak bilinir. Bu ülkelerde yüksek kronik enflasyon vardır, paraları sürekli değer kaybeder, kişiler ve şirketler yerli paradan kaçarlar, önemli tasarruf açıkları oluduğu için yüksek borçları da vardır.
Cortoplacista, bu lanete neden olan siyasileri tanımlamak için kullanılır. Düşündükleri yalnızca kendi siyasi çıkarlarıdır, her yolu, özellikle her harcamayı bu yönde kullanırlar. Bu çerçevede uzlaşma da kabûl etmezler. Cortoplacista siyasiler ile ekonomide de, dış ilişkilerde de açmazlar, çıkmaz sokaklar yaratılmıştır.
Sonuçta cortoplacista siyasiler, devlet yapısını da zayıflatmış, sosyal gerginliklere neden olmuşlardır.

Devlet kırılganlığı:

Bir ABD sivil toplum kuruluşu olan Barış İçin Fon (FFP, Fund for Peace), 1990’larda devlet kırılganlığı kavramını 12 maddede dile getiriyor.

1) Devlet güvenlik sağlamada zayıfsa; devlet güçleri yeterli olmuyorsa, organize suç örgütleri, paralel silahlı güçler, özel korumalar etkin ise 
2) Yönetici elit gruplar kamplara ayrılmış, birbirlerine ayrımcılık, partizanlık ve ötekileştirme uyguluyorlarsa
3) Belli ve/veya muhalif gruplara karşı haksızlık, kindarlık varsa; siyasi liderlik tüm toplumu temsil etmiyorsa; uzlaşma yoksa, gerginlik varsa
4) Ekonomik gerileme varsa; burada daha çok büyüme, istihdam, cari açık dikkate alınıyor
5) Ekonomik bölgesel eşitsizlik belirgin ise; kişisel gelir dağılımı pek dikkate alınmıyor 
6) Dış göç ve özellikle dış beyin göçü oluyorsa; hem devlete ve ekonomiye güvensizlik ve küskünlük vardır, hem devletin işleyişi kısıtlanır; girişimciler, eğitimciler, doktorlar önemlidir
7) Devletin meşruluğu azalıyorsa; seçimlerle halkın önemli bölümleri temsil edilmiyorsa, yolsuzluk yaygınsa, devlet kurumlarına güven azalmış ise
8) Kamu hizmetleri aksıyorsa; eğitim, sağlık, elektrik, su, internet, çevre temizliği zayıflamışsa 
9) İnsan hakları ihlali ve adaletsizlik varsa; bağımsız medya ve demokratik haklar kısıtlanıyor ve baskılar görülüyorsa, adalete güven azalmışsa
10) Nüfus artışının getirdiği yetersizlikler varsa 
11) Sığınmacılar ve iç göç çoksa; sığınmacı yoğunluğu etkin devlet işleyişini ve devletin vatandaşlarına kaynak ayırmasını sınırlıyorsa, sosyal sorunlar yaratıyorsa
12) Dış baskılar çoksa; başka devletlerin ve uluslararası kuruluşların baskıları varsa.

2023’te kırılganlıkta ilk üç sırayı alanlar Somali, Yemen ve Güney Sudan; son üç sırayı alanlar Finlandiya, İzlanda ve Norveç’tir. Belirtelim; 1) CDS’i ve dış borçlanma faizini devlet kırılganlığı da etkiliyor. 2) Kırılgan ülkelerin paraları çok daha hızlı değer kaybediyor. 3) Kırılgan ülkelerin çoğunluğunda iç savaşa varan siyasi gerginlikler görülüyor.

Ülkemiz 2015’te 89uncu, 2017’de 64üncü sıradadır ve Türkiye 179 ülkenin çoğunluğundan daha kırılgandır. 2023’te ise kırılganlıkta 52inci sıraya çıkmıştır.

Not 1: Hak ve hakikatin peşinde olmak, garip ve yalnız kalmak demek­tir.

Hz. Muhammed (s.a.v)

Not 2: Bir adamı, bir günahından dolayı ayıpladım.
O günah gelip beni 15 sene sonra buldu..

Hasan-ı Basrî

Not 3: Kaderi ancak dua değiştirir.

Hz. Muhammed (s.a.v)

Not 4: "Yoksa insan her istediğini elde edeceğini mi sanır." 

Necm Suresi 24

Not 5: ‘İçimizden ya da ardımızdan olsun, bizden bir ışık yansır tüm şeylere ve anlarız ki biz hiçizdir ama ışık her şeydir. İnsan, tüm bilgeliği ve tüm iyilikleri barındıran bir tapınağın cephesidir. Genellikle insan olarak adlandırdığımız, yiyip içen, ekip biçen, hesap kitap yapan insan, bizim onu bildiğimiz haliyle kendini yansıtmaz, hattâ tamamen yanlış yansıtır. Bizler ona değil, onun bir organı olduğu ruha itibar ederiz; şayet eylemleriyle onun görünmesini sağlarsa o kişinin önünde diz çökeriz. Ruh, kişinin aklı vasıtasıyla nefes alıp verdiğinde dehadır, iradesi vasıtasıyla nefes alıp verdiğinde erdemdir, temayülüyle akıp gittiğinde sevgidir. Akıl kendi başına hareket etmeye kalktığında, akıl körlüğü başlar.’

Emerson

Not 6: "Daha büyük evlerimiz ama daha küçük ailelerimiz var; daha çok alet edevat ama daha az zamanımız var; daha çok diplomamız ama daha az sağduyumuz var; daha çok bilgimiz ama daha az muhakememiz var; daha çok uzmanımız ama daha çok sorunumuz var; daha çok ilacımız ama daha az sağlığımız var; aya kadar gidip geldik ama yeni komşumuzla tanışmak için karşıdan karşıya geçmekte zorlanıyoruz. Her zamankinden daha fazla kopya saklamak için daha fazla bilgisayar yaptık  ancak çok daha az gerçek iletişimimiz var. Nicelikte çoğuz ama nitelikte azız. Bu zamanlar hızlı yiyecek ama yavaş sindirim, uzun boylar  ama kısa karakterler,  yüksek kârlar ama sığ ilişkiler zamanı.Pencerenin önünde çok şey var ama odanın içinde hiçbir şey yok.''

Not 7: Kimya öğrenirken genellikle A + B = C + D gibi denklemler yazardık. A ve B birleşip C ile D’yi yapıyor. Sonra oturup bu reaksiyonun şusunu, busunu hesaplardık. Fakat iş, hayatın kimyasına gelince bir reaksiyon değil, hem ileri hem geri düzinelerle reaksiyon ve onların da ürünlerinden yine düzinelerle zincirleme reaksiyonla karşılaşırsınız. En basit bir hayat olayını anlatmak için sayfalar dolusu kimya formülü yazılır. O sayfalar dolusu karmaşa bile doğanın kaynayan çorbasının ancak basitleştirilmiş bir modelidir.

Hayat, laboratuvardaki deney kabından çok farklı. Hani b harfi mi yapacaksınız. Hayatın kabının içinde yalnız l ve o yok. Alfabenin bütün harfleri ve başkaları da var. l ile birleşmek için sırada bekleyen sadece o değil. Daha birçok molekül var. Tek denklem değil mümkün olan düzinelerle denklem ve reaksiyon yolu var. Üstelik her reaksiyonun ters reaksiyonu da var. Mesela l iki tane ı harfine bölünebiliyor… Temiz deney kabı değil, fokur fokur kaynayan, içinde hemen her şeyin bulunduğu bir çorba. İşte bu çorbadan hayat çıkıyor. Mucize mi dediniz? Bildiğiniz bütün mucizelerden daha mucize!


Furkan Öztürk bu sefer ne yaptı biliyor musunuz?
Daha önceki çalışmasını RNA’yı oluşturabilen bir molekülle, RAO ile yapmıştı. RAO’nun, bir mıknatıslanmış bir mineral yüzeyde nasıl tek elli, yani homokiral hâlde ve sadece homokiral hâlde oluşacağını göstermişti. İyi de bu homokiral RAO’dan RNA, o RNA’dan hayatın diğer moleküllerini, amino asitleri, DNA’yı, proteinleri velhasıl canlıyı yaparken bu tek ellilik nasıl korunuyor? Bu sorunun cevabı hiç öyle apaçık değil. Yukarıda anlattığım molekül çorbalarını, her bileşimin, her parçalanmanın, beş-altı yöne birden olduğu karmaşayı düşünün.

İşte Furkan Öztürk, bu düzenli kaos içinde bir kere tek elli molekül doğdu mu, o tek elliliğin son ürüne kadar nasıl gideceğini gösteriyor. Yani homokiralitenin bir molekülden koca bir moleküller ağına nasıl yayıldığını inceliyor. Buluşuna iddialı bir ad takmış: Homokiralitenin Merkezî Dogması! Tek yönlülüğün merkezindeki “nas”.
Gurur duyduk Furkan hocam. Umarım yakında Nobel ödülünü alırsın.

Not 8: Özal’ın 26 Mart 1989 yerel seçimlerinde yaşadığı bir hüsran var. Hemen öncesinde 1987 seçimleri olmuş. 1983 seçimlerine göre 9 puan oy kaybetmiş ama 1987’de hala 292 sandalyesi var. Buna karşılık parti Semra hanım vs. sıkıntısı yaşıyor. İşte o süreçte gidilen yerel seçimlerde 19.7’lik bir oy kaybına uğruyor, oyları 21.80’e düşüyor ve Malatya, Bitlis, Hakkari dışında bütün illeri kaybediyor.
17 nisan 1993’te Özal 263 oyla Cumhurbaşkanı seçiliyor. Ama Demirel Çankaya’yı Özal’a dar ediyor.
ANAP dünyası 1989 yerel seçimlerini bir tür şok gibi hatırlarlar. ANAP dışında görmezden mi gelinir bu tür gelişmeler? Sanmıyorum.
Ya şu yaşanan ekonomik yıkım sandığa yansırsa… İstanbul yeniden muhalefetin kontrolünde olursa… Ankara ve diğer büyük şehirler… İstanbul’un halen Ak Parti’nin elinde olan ilçeleri…
Ya yarınları karartan ekonomik tablo Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kitlelerle olan sihirli ilişkisini gölgelerse… Ya insanlar “14 – 28 Mayıs’ta bize bunu vadetmemiştiniz” derlerse…
Acaba “Biz bir şekilde halka yaşadıklarını unuttururuz” gibi bir başka sihir gücü bohçada durmakta mı?
Belli ki 31 Mart 2024 çok heyecanlı geçecek. Siyasetin vefalı olduğunu kim söylemiş?

Not 9: Mevcut durum Osmanlı’nın çöküşüne neden olan “kaht-ı rical” durumudur. Türkçesiyle “basiretli devlet adamı kıtlığıdır.”

Not 10: Çiller göreve başlar başlamaz kısa vadeli hedeflerinden birisinin kamu açıkları üzerinde baskı yaratan faizleri düşürmek olduğunu açıklamıştı. (O dönemdeki Çiller’in faiz düşürme inadı, Sayın Cumhurbaşkanının bugünlerdeki düşük faiz inadının bir benzeri idi.)
Ancak faiz oranlarını düşürmek için kamu finansmanın dengesinde kalıcı iyileşme sağlayacak tedbirler almak yerine, borçlanma ihalelerini iptal etmiş ve/veya borçlanma miktarlarına sınırlama getirmiştir.
O dönemde yapılan ikinci günah ise kamu açıklarının Merkez Bankasının karşılıksız olarak bastığı parayla karşılanmasıydı.
Karşılıksız basılan parayla kamu net borç ödeyicisi haline gelmişti. Böylece piyasalarda likidite bolluğu oluşmuştu. Likidite fazlası enflasyonist baskıları ve Türk Lirasının değer kaybına ilişkin bekleyişleri artırmıştı.
Uluslararası derecelendirme kuruluşları Türkiye’nin notunu düşürmüştü. Ülke riski arttığından dış kredi temininde güçlükler yaşanmış ve döviz kurları üzerinde ilave baskı yaratılmıştı.
Merkez Bankası kurlarıyla piyasa kuru arasındaki fark % 20’nin üzerine çıkmıştı.
1989 yılında sermaye hareketleri ve döviz fiyatları serbestleştirildi demiştim ya.
Merkez Bankası 27 Ocak 1994 tarihinde kurlardaki yükselişi durdurmak ve piyasadaki likiditeyi çekmek amacıyla, Türk Lirasının konvertibil ilan edilmesinden sonra ilk kez devalüasyon yapmış ve Türk Lirasının dolar karşısındaki değerini % 12,2 oranında düşürmüştü.
Bu arada Merkez Bankası faizleri artırmıyor, dönemin Başbakanın beyninin öbür yarısı olan Hazine Müsteşarı bugünlerde olduğu gibi ülke ülke dolaşarak borç arıyordu.

Türkçesiyle o dönemde yaşanılanlar “kamu borcunun kötü yönetimi ve güven kriziydi.”
Değerli okur şu ana kadar anlattıklarım bugünlere ne kadar benziyor değil mi?

Not 11: Bir ülkede yönetimin en önemli verimsizlik sebebi tek adam yönetimidir.

Not 12: Biat ahir zaman nebisinin uygulamasında itaate vurgu yapmaktan ziyade, yetkinin halka ait olduğu düşüncesini teyit eder. Hakiki biat halkın itaati değil yetkinin halka intikali olarak anlaşılmalıdır.

Not 13: Devletin illaki dini olmalı diyorsanız bu adaletten başkası olamaz.

Not 14: Şu günlerde yürekleri ve beyinleri yorgun…
Gözlerinin feri gitmiş, geleceğini pek seçemeyen…
Günbegün karamsarlaşan vatandaşının beklentilerini vatandaşına daha akılcı…
Daha samimi…
Memleketin durumu her ne ise olduğu gibi anlatılsa ve kendilerinden umut bekleyen vatandaşının, kurumaya yüz tutan umutlarını yeşertseler.

Not 15: Genel olarak bizim siyasilerimizin egoları çok yüksek.
Güya önemsedikleri…
Sahiplendikleri…
Ferasetine inandıklarını söyledikleri vatandaşlarınca, davet edildikleri toplantılara bile, salon dolma noktasına gelmeden girmiyorlar.
İlle de salona girilirken alkışın sesi gür çıkacak!..
Niye?
Siyaset aynı zamanda bir şov yapma sanatıdır ya!..

Not 16: ÜLKE BATTI AMA, SU YETERİNCE DERİN OLMADIĞI İÇİN BOĞULMUYORUZ!

Not 17: “Spinoza’nın şu sözü beni sık sık düşündürür” demiş ‘Jurnal’lerden birinde Cemil Meriç, “Havaya fırlatılan bir taş konuşabilseydi, mutlaka kendi arzusuyla yolculuğa çıktığını söylerdi.” Derin mesele işte bu..

Not 18: “Gündelik hayatta, büyük serüvenlerin trajedisinden çok daha sahici, çok daha derin ve hakiki benliğimizle çok daha uyumlu bir trajedi vardır. Hissedilmesi kolay olsa da gösterilmesi zordur. Çünkü bu aslî trajedi maddi ve psikolojik değildir; mesele bir varlığın başka bir varlık karşısında yürüttüğü kararlı mücadele, bir arzunun başka bir arzuya karşı yürüttüğü mücadele veya tutku ile vazifenin ebedi mücadelesi değildir. Artık daha ziyade bizzat yaşama uğraşında mevcut bulunan olağanüstü şeyi görünür kılmaktır. Daha ziyade asla durağanlığa düşmeyen enginliğin ortasında bir ruhun kendi başına varoluşunu görünür kılmaktır” diyor ‘Gündelik Hayatın Trajedisi’ kitabında Maurice Maeterlinck. Selam olsun.

Not 19: Hayatını kestirmelerden giderek yaşayanlar bu şekilde kazandıkları zamanı ne yapacaklarını bilemiyor, çarçur ediyor. Uzun yoldan gidenlerin görüp kendilerine kattıkları güzelliklerse hep kendileriyle kalıyor ve onları her an süsleyip enginleştiriyor.

Not 20: Alan Badiou, Duane Rousselle ile söyleştiği ‚The Subject of Change‘ adlı kitapta, siyasi alana yeni bir şeyi sokmanın zor olduğunu, doğası gereği muhafazakâr olduğunu söylerken ne kadar da haklı... Türkiye‘de seçimden sonraki tartışmalara bakınca ya da bütün bir siyasi tarihte dönen tartışmalara... Hep aynı ‘şanlı‘ başarısızlıklar,  iktidar olunsun olunmasın...

Not 21: 

Takıntılı kişiler, tüm nevrotikler gibi bölünmüş öznelerdir ve bilinçdışındaki Öteki‘yle karşılaşmak istemezler. Analist, takıntılı kişi için anlamlı bir Öteki olarak sahnede belirir ve analiz boyunca Öteki‘nin içeri sızmasının koşullarını yaratır. Takıntılı kişi, çoğu zaman varoluşsal durumunun kökten değişmesi gerektiğine dair bir inançla bu sızmaya dirense de izin verebilir. Ama siyaset sahnesinde durum böyle işlemez. Çünkü siyasi aktörler, içinde bulundukları durumun değişmesini nadiren talep ederler. Üstelik bu aktörlerin dilinden değişim, reform kolay kolay düşmez...

En muhafazakâr siyasi aktör bile kendisini yenilikçi olarak takdim edebilir. Bunun nedeni, siyaset sahnesinin klinikteki sahneden farklı olması, aktörlerin kendi çaresizliklerini ‚kötü imkânsızlıklarla‘ meşrulaştırması... Onlara göre yapılacak ve yapılamayacak şeyler vardır; yapmayı çok isterler ama ekonomi, ulusal ve uluslararası koşullar, seçmen davranışı ve anketler ellerini kollarını bağlamaktadır. Ve daha bir dolu gerekçe. Hepsi kendi çaresizlikleri içinde birer mağdurlar, ama klinikteki takıntılı kişi gibi çaresiz de hissetmezler, kötü talihleriyle barışıktırlar. Ama gerçek, her zaman kendisini dayatır.

Not 22: Bizi gerçeklikten uzaklaştıracak ayartmalarla mücadele etmekten başka bir çıkış yolu yok. Kapitalizmin tüketim nesneleri aracılığıyla tek tek bireylere hitap etme ve etkileme gücünü hesaba katarak, içimizdeki Öteki‘yle karşılaşmaktan korkmayıp yüzleşebilme cesareti gösterdiğimizde... Bu yüzleşmenin en etkili yollarından biri de şiir olsa gerek. Şiiri, çoğu zaman gerçekliğin, gerçeklik olarak kabul edilen gündelik hayatın karşısına koymak büyük hata. Alan Badiou, ‚L’Humanité‘de çıkan bir söyleşisinde şöyle demişti: „Şiir, matematikle birlikte hasta zamanımızın yakalayabileceği gerçekleri kavramak için felsefi dilin inşasında en önemli destektir.“ Hasta zamanımızı tedavi etmek için şiire ihtiyacımız var; ama sadece 90‘lara göre bile şiire duyulan ilgi öylesine azaldı ki...

Not 23: Kara gömülen ceset yazın ortaya çıkar.

Not 24: Merkez Bankası yeni bir tebliğle KKM stoğunu küçültmek için bazı kararlar almış. Bankaların TLden KKMye geçenlerin yarısını vadeli TLye geçirmesi, Dövize Dönüşebilir KKMde ise bu oranın %5 olması (herhalde bu grubun döviz talebi fazla olabilir öngörüsüyle) istenmiş. %70 DDKKM olduğunu düşünürsek bu tebliğ ilk etapta mevcut KKMnin ~%18.5 (3.3 trilyonda 610 milyar) azalması hedeflenmiş. Bunu gerçekleştirmek için bankaların TLden KKM faizini düşürmesi vadeli TL faizini yüksek oranda arttırması gerekecektir. Yeni KKM girişlerini engelleyen/sınırlayan ya da müşteri açısından KKM uygulamasını değiştiren bir durum görmedim.

Not 25: MB ayrıca bir tebliğle DTH zorunlu karşılıkları arttırmış. MB brüt rezervinin artması, DTHın daha büyük bölümünün ZK yoluyla MB tarafından kullanılabilmesi dışında bir etkisi olmayacaktır. Bankada duran vadesiz her 100 doların 29u MB, 71 doları bankanın kullanımında olacak.

Not 26: İstanbul Motorlu Araç Satıcıları Derneği Başkanı Ertemel,"Sıfır araç satanların ellerinde arabalar birikmeye başladı. Hatta çok yakında bunların eskiden olduğu gibi sıfır faizli, kendilerinden kampanyalar düzenlediği günlere döneceğiz." dedi.....Para bitti.

Not 27: “İnsanları pasif ve itaatkâr tutmanın akıllı yolu, kabul edilebilir görüş yelpazesini katı bir şekilde sınırlamak, ancak bu yelpaze içinde çok canlı tartışmalara izin vermektir...” (Noam Chomsky) 

Not 28: Ebubekir Fârisî'ye sormuşlar, “Ruhun sükûtu nedir?” diye. O da, “Geçmiş ve gelecek zaman ile meşgul olmayı terk etmektir” demiş. Ne güzel de demiş. Tabii ki hak vermek gibi bir niyetim yok, sadece tam denk gelince, yerli yerine düşünce işte budur manasına söylüyorum. Geçen gün arayan arkadaşım 90’lı yıllar nostaljisi yapınca ona katılmadığımı belirtince bir hayli şaşırdı. Biraz detaylı konuşunca aslında bugün yaşanan bütün hastalıkların o günlerden neşet ettiğini o da fark etti. Değişen tek şey o günkü günlere, hadiselere ve kişilere bakan gözlerle bugüne bakan gözlerin aynı olmadığı gerçeğiydi.

Not 29: Sendika, vakıf, dernek adı ne olursa olsun; bizzat üyelerinin maddî desteği ile ayakta durmadığı müddetçe sivil kalamaz. Bu ülkede vasfı olanların değil, vasıtası olanların gemisi yürüyor. Devlet kademelerine adam yerleştirmenin aracı ve siyasetin yedeği olmaktan çıkıp, gerçekten fikir ve hizmet üreterek toplumsal vicdanın sesi olabilen yapılar sivil olabilir. Sivil kalabilmenin yegâne şartı da maddî anlamda bağımsız olmak, siyasetten ve bürokrasiden medet ummamaktır. İşte o zaman siz, siz olacaksınız; milletin adamı olacaksınız.

Not 30: Bizde halk seyretmeyi sever; genellikle işe karışmaz. Bizde halk acayip yıldırılmıştır; amirlerden korkar.

Eşekli Kütüphaneci, Fakir Baykurt

Not 31: 20 kişi, doktora saldırmış.
Bunları AB YASALARI ile mi ıslah edeceksiniz?
O 20 kişiyi, karakola çekip, ağız burun dağıtmazsanız, yine yaparlar.
KISAS şarttır.
Devletin doktoruna 20 kişi saldırıyorsa, TERÖRDEN yargılanmaları gerekiyor.
PKK'dan farkları ne ki?

Not 32: Bu devirde kimseyle kavga falan edilmez.
Halk barut fıçısı gibi.
Hiç akla gelmeyecek CİNAYETLER işleniyor.
KORNA bile çalınmaz bu memlekette artık.
Boynunuzu eğin, işten eve, evden işe. Evden avmye, avmden eve.
Dışarılarda fazla dolanmayın.

Not 33: Yapımcı firmalara ihraç ettikleri diziler ve filmlerden KDV desteği, KDV iadesi, stopaj desteği ve indirimi ya da yurt dışına satış sonrası stopaj iadesi, yurt dışında gösterimi yapılan dizilerde yer alan oyunculara yeşil pasaport verilmesi gibi destekler sektörün rekabetçiliğini geliştireceği gibi, yapımcıların da yurt içi ratingden çok yurt dışı satışı ön plana çıkarmasına neden olacak, üretim kalitesine katkı sağlayacaktır.
Dizi sektörünün sadece kendi satışı bir yana, Türk turizmini de büyük oranda desteklediği ve uzun vadede Türkiye’nin markalı ürün ve yaşam tarzı satışına da büyük destek sağlayacağı aşikardır.

Not 34: Bugünden itibaren bankalar kur korumalıda parası bulunanları ne yapıp yapıp normal mevduat hesabına geçirmek isteyecek.
Mecburen yapacak!
Ama bunu ağlayarak, ama yalvararak, ama rica ederek!
Bunu yapmaz ise banka Hazine’den düşük faizli tahvili ceza olarak alacak. O zaman da bankacı kız belki de kovulacak!
Artık vicdanınıza kalmış kararınız!
Evet! Daha düne kadar göklere çıkartılan kur korumalı mevduat bitiyor.
Geride ağır bir hasar bırakarak.
Sadece bu yılki zararın 600 milyara yakın bir rakam olması bekleniyor. Bu 2 taneden fazla TÜPRAŞ demek.
Yani Türkiye bu parayı yeni fabrikalar açıp üretime değil de tefeciliğe harcayacak.
Tüm bunlar neden oldu?
Tek bir nedenden dolayı:
Faiz inadı.
Pandemi ile patlayan enflasyondan kurtulmak isteyenler faiz arttırdı bu beladan kurtuldu.
Türkiye “Nas var” deyip tam tersini yaptı.
Zengin daha zengin, fakir ise daha fakir oldu.
Şimdi aradan geçen 2 yıl sonra;
“Özür dileriz biz sizi kandırdık” diyecekler.
Evet! 75 milyonluk ülke olarak kandırıldık.
Diyeceksiniz ki Türkiye’nin nüfusu 85 milyon 10 milyon nerede?
O 10 milyon, Türkiye’nin kaymağını yiyen tayfa. Lüks otomobilleri ile gezip, Bodrum’da bir lahmacuna 500 lira ödeyen kesim.

Not 35: Seçenek çokluğu esasında seçeneksiz kalmakla eş değerdir.

Not 36: "Zümrüd-ü Anka uçar senin bakışlarında,
Benim rüyalarımda bir kaç deli güvercin."

Nurullah Genç

Not 37: Son elçi ‘iki aç kurdun bir sürüye girmesi, o sürüyü; kişinin mala ve şerefe olan hırsı nedeniyle dininde yaptığı tahribattan daha fazla tahrip edemez’ buyurmuştur. Kişinin mala, makama ve riyasete hırsı dinini ve ahlakını aç bir kurdun koyun ağılını bozguna uğratmasından daha çok bozar.

Not 38: İki dönem sınırlaması makamların geçiciliği inancını pekiştirmek ve yöneticilere hesap sorabilmek içindir.

Not 39: Yönetimin ilk hatası ehliyet ve liyakat sahibi olmayanı atamaktır. Ehil olanı bulmak adalet için ön şarttır. Ehil olmayanı görevlendirmek hem devlete hem görev verilene hem de ehil olana zulüm sayılır Müslümanların dünyasında ilk siyasi çatlak üçüncü halifenin yakın akrabalarına görev vermesi sebebiyle oluştu.

Not 40: Finansal piyasalarda paylaşılan bilgi asimetriktir. Birileri diğerlerinden daha fazla bilgi sahibidir doğası gereği. Bir yatırımcı açıklanacak kamu politikalarından ve düzenlemelerinden gürültülü bir sinyal aldığında bunu iki defa kullanmaktadır. Birincisi bilgiyi önceden aldığından ikincisi de açıklama yapıldıktan sonra.
Kamu kurumlarının vereceği bilgi piyasalarda etkinliği artırabilir de düşürebilir de. Kurumların verdikleri sinyaller ne kadar çelişkili/gürültülüyse yatırımcıların gelecekle ilgili tahminleri hatalı olur ve hatalı kararlar verirler.
Öte yandan sinyallerin gürültüsü çok artarsa da yatırımcılar piyasadan çıkabilirler.

Not 41: “Eski libas gibi âşıkın gönlü / Söküldükten sonra dikilmez imiş” derken Seyrani dostumuz, aşkını ebediyete emanet ediyor.
Ya biz emanet edebilecek miyiz?
Seyrani’nin sözleri dokundukça kanatıyor, kanattıkça şifa veriyor: “Aşkın iğnesiyle dikilen dikiş / Kıyamete kadar sökülmez imiş.”
Bir garip şairdir Seyrani. Erciyes’ten selamlamıştır âlemi:
“Bir kâmilin yolun tutsam / Aşk oduna yanıp tütsem / Bülbül gibi feryat etsem / Muhabbetin güllerine.”
Siz de Erciyes güzeliyle düşersiniz muhabbete.

Not 42: Büyük İslam alimi Fahreddin er-Razi, pazarda, sıcağın altında buz satarak “Sermayesi eriyen şu adama acımaz mısınız?” diye bağıran bir esnaf gördüğünü ve Asr Suresi’nin manasını o an kavradığını anlatır.
Asra yemin olsun ki insanların çoğu ziyandadır, salih ameller işleyenler, hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesna, diyor Asr Suresi.

Not 43: Dünya hayatına dair konuşması senin hoşuna giden, pek azılı düşman iken, kalbinde olana Allah'ı şahid tutan, işbaşına geçince, yeryüzünde bozgunculuk yapmaya, ekin ve nesli yok etmeğe çabalayan insanlar vardır. Allah bozgunculuğu sevmez.
Bakara 204-205