İki bin onlu yıllarda Kütahya’da çalışırken bir ara dağa taşa hatta çeşme başlarına “Çare Sarıgül” yazılmıştı. Bilen bilir Kütahya pınarlarıyla meşhur. Az şehri çıkınca hele de yazsa yolcular seyahat edenler pınar başlarında su içerler hem de beleş.

Sarıgül’ün yerinde yatmayacası Deniz Baykalı kongrede deviremeyip yeni bir hareket başlattığı dönemler. Hiçbir siyasetçiye anlık bile olsa böyle rüzgar nasip olmamıştı. Tabii neticeye edemedi murat hasıl olmadı. Türkiye’de partiler derebeylik hatta küçük krallık gibi. Parti dışında siyaset imkansız adeta. Şu anda zaten Sarıgül de CHP Erzincan milletvekili. Yuvasında yani.

Peki konuyu nereye getireceğim? Şu an malum ortada reel anlamda bir kriz olmasa da; enflasyon nedeniyle bozulan gelir dağılımı ve geniş halk kesimlerinden zenginlere devlet eliyle düşük faiz yoluyla servet ve gelir transferi nedeniyle ipin ucu kaçmış, büyüme kalitesi bozulmuş, gini katsayısı 1’e olan yolculuğuna son sürat at sürüyor, diğer deyişle gelir dağılımı iyice bozulmuş. Herkes çare arıyor kendince. Soruyor peki çözüm ne? Nasıl düze çıkacağız telaşı içerisinde azgın azınlık dışında olan herkes. Yani bir sıkıntı olduğu gerçek.

Geçen her dakika dövizdeki ihtiyacı artırmaya devam ediyor. Döviz ihtiyacımıza cevap verebilecek tüm büyük fonlar USD/TL kurunun adil değerinde olmadığını öne sürüyor. İçeride ihracatçılar da aynı görüştüler.
Dışardan para çağırmak için artırılan faizler ekonomiyi soğutsa da fon girişini sağlayamıyor. Çünkü yabancılar oranı kaç olursa olsun enflasyonun altındaki bir faiz ortamında dövizlerini TL’ye çevirip ülkeye kaynak girişi sağlarlarsa dönem sonunda TL bazında ne kadar kar ederlerse etsinler dolar bazında kayıp yaşayacaklarının farkındalar.

Döviz girişi hususunda büyük fonlarla bir mutabakat sağlanmadan yapılacak her faiz artışı artık “açığa yapılan faiz artışı” konumunda. Yani döviz girişinde işe yarayıp yaramayacağı belirsiz. Üstelik diğer yandan da içeride ekonomiyi soğutacak ve istihdamda gerilemeye neden olacak.
Çare ne diye soran olursa, mecbur kalmadan ve mecbur edilmeden bizzat kendimiz hesap-kitap yaparak gereken operasyonu gerçekleştirmemiz. Yani dövizi yabancılarla fon girişi için mutabakat sağlacak bir değere taşımak.
Sayın Erkan döneminde bir yıldan kısa bir sürede 20 TL’den 30,5 TL’ye kadar tedrici bir yeniden değerleme süreci gerçekleşti, fakat yetmiyor.

Millet olarak bu kur artışlarından çok çektik. Sebebiyse hep bu işi yapmamız gereken zamanda yapmayıp süreci uzattıktan ve başka çare kalmadıktan sonra yapmamız.
Halbuki Çin yıllarca parasını devalüe ede ede dünya ihracat pazarını ele geçirdi. O kadar ki G20 Zirvelerinde tüm dünya Çin’e parasını tekrar değerlendirmesi için baskı yapacak noktaya geldi. Doğru hesap-kitapla ve stratejik plan çerçevesinde yapılınca devalüasyonun bir silaha dönüşmesi mümkün. Fakat son çareye kalırsa işler kötüleşiyor. Bizim ekonomi tarihimiz de bunlarla dolu.
Bu süreci ne kadar geciktirirsek hem ihracatımıza, hem eksi 50 milyar dolarlarda gezen net döviz rezervlerimize, hem kur korumalıların faizlerini ödemek için hiç durmadan para basarak M2 para arzını 14 trilyon TL’lere ulaştırmak zorunda kalan merkez bankamıza ve sürekli borçlanan Hazine’mize o kadar yara vereceğiz.

Para arzı, ekonomideki toplam para miktarını ifade eder. Bu, hem fiziksel para (banknot ve madeni para) hem de diğer ödeme araçlarını kapsar.
Dar para arzı (M0 ve M1), nakit para ve bankalardaki vadesiz mevduatları içerir. M0, dolaşımdaki nakit parayı temsil ederken, M1’e vadesiz mevduatlar da dahildir.

Geniş para arzı (M2), M1’e vadeli mevduatların eklenmesiyle hesaplanır. En geniş ölçüm olan M3 ise M2’ye ek olarak repo, para piyasası fonları ve ihraç edilen menkul kıymetleri barındırır.

Türkiye M2 para arzı 14 trilyon. Türk Lirasına ulaşmış durumda. “Faiz arttı ama konut, araba piyasası niye soğumadı” sorusunun cevaplarından birisi ortamda bu kadar para olması. Mehmet Şimşek, Fatih Karahan ve Cevdet Akçay’ın bahsettiği miktarsal sıkışmanın önemini bu sayede görebiliriz. Kemer sadece faiz artırımı ile sıkılmıyor.

Çaydanlık temizlerken kabası kolay alınır ancak altta kalan tortuyu temizlemek çok daha uzun sürer. Enflasyon da aynı prensiple çalışır. İngiltere’yi örnek verirsek; salgından önce %1.5-2 seviyelerinde gezen enflasyon 5 kat arttı, %11’i aştı. Bazı sıkılaşma adımlarıyla %4 seviyesine düşürmek nisapeten daha kolaydı. Asıl mücadele şimdi başlıyor. Benzer durum Türkiye için de geçerli. Tersine baz etkisiyle %70 üzeri Mayıs 2024 enflasyonuyla tepe noktasına ulaşacağımızı düşünüyorum. Sonrasında yapacağımız miktarsal sıkılaşma seviyesine göre sonucu göreceğiz. 2025 yılı tam da bu yüzden Türkiye için çok önemli. %70’i 40 seviyelerine düşürmek zor olmayacaktır. Daha sonra 20’lere düşürmek güçleşirken, tek haneler için yapılacak doğru programa uzun süreli sadakat gerekiyor. En başarılı hocayı 4 ay, yöneticiyi 6 ayda kovanlar oldukça hayalden öteye geçemeyiz.

Arjantin bu süreci geciktirmek için her şeyi yaptı. Sonuç ortada… Bizim bu tuzağa düşmeden yarın öbür gün 3 kat, 4 kat daha fazla zarar görmememiz için harekete geçmemiz lazım.

Merkez sadece faiz artırıp ekonomik aktiviteleri düşürünce enflasyon düşmez neticede. Aynı zamanda bastığı paraları da geri çekmesi şart. Ama seçim öncesi parayı geri çekerse ortada nakit dönmez ve şirketler zora girer. Bu nedenle bu konuda biraz ağırdan alıyorlar.  

Reel alanda özellikle tarımda iyileşme getirecek destekler yokken enflasyon nasıl düşecek sadece finansal kararlarla mı? Ki onda bile para arzı buna engel diyoruz. Onda bile siyasi hesap var…

Sonuç şu, enflasyon baz etkisi hariç fazla gerileme göstermez. O zaman yabancı Türkiye’ye neden gelsin? Neden para bağlasın? Londra para piyasasına kapı (swap kapısı) açılırsa kur çıldırır, çünkü dışarıda da enflasyonun dramatik şekilde düşmeyeceği beklentisi hâkim. Fırsat bulurlarsa yani bol Lira bulsalar Lirayı satıp, dolar alır kuru patlatırlar…

Öbür taraftan böyle kalır swap kapısı açılmazsa dolar gelmez, dolar gelmezse kur düşmez, kur düşmezse enflasyon da düşmez…

Son karar metninde Merkez bu parayı geri çekeceğini söylüyor ama miktar ve zaman konusu belirsiz. Kuvvetle muhtemel seçim sonuna sarkacak.

Türkiye dünyada en fazla zombi firmanın yaşadığı bir ekonomi. Yani giderleri gelirlerinden fazla. Bugüne kadar iktidarın ucuz kredileri ile hayatta kaldılar. Ancak ufukta yerel seçim sonrası başka bir seçim yok. O zaman bir kısmı feda edilebilir.

Kısacası çözüm paramızı adil değeri olan dolar 60 TL olacak şekilde devalüe edip mevduat ve politika faizlerini de önden yüklemeli şekilde % 60 lara seçimden sonra ivedi çekmek lazım.Faiz yükselmenin yanısıra merkez bankası miktarsal sıkılaştırıcı önlemeler ile M2 para arzını azaltmalıyız, en azından artırmamalıyız gelecek iki sene. Rezerv eksi, kura basacak para yok. Bütçe açığı 2024 de 1 trilyon olacak, zamlar gelecek, merkezin para arzı artmaya devam ediyor bu da enflasyonu körüklüyor, enflasyon arttıkça kur yukarı gidecek bunu durdurmanın tek yolu kısa dönemde faiz…

Reel piyasalar için de önlemler alınmalı; örneğin gıda enflasyonunun düşmesin için tarım sektörü daha fazla desteklenmeli, yargı alanında can suyu reformları yapılmalı, servet vergisi yoluyla kaynak oluşturulup üretken alanlara yatırıma yönlendirilmeli ve bu faiz hikâyesinin yanında yabancıya satılmalıdır. Yoksa tek faizle ve bir türlü gerçekleşemeyen parasal sıkılaşma ile bu iş dönmez… Ardından kamu tasarrufunu başlatıp, zorunlu işler dışında hiçbir kamu harcaması yapılmadan yola devam etmek lazım en az iki sene. Eğer adil döviz/TL kurunu yakalamış ve birkaç aylık türbülansı atlatmış olursak yeniden 2009-2013 arasındaki paranın park ettiği ülke olabiliriz. Başkaca da çözüm yok.

Son söz: Les démocraties ne finissent pas en remède..(Demokrasilerde çare tükenmez..)

Kulağa küpe: Asıl mesele yaşarken birbirine omuz vermektir, çiçek vermek değil. Ölüyü taşımak zaten sünnettir.

Aforizma: Egonun sisli perdesi, insanı zirvede hissettirir ve sis dağılmadıkça haddini bilemez insan.

Tadımlık: Tüm akıl hastalıklarının temelinde, meşru acıları yaşamayı reddetmek yatar.
Carl Gustav Jung.

Altın dizeler: Mecnun dahi Leyla’yı anmaz oldu yürekten
Güzeller güzeliydi; hani sultandı gülüm

Yaşamak, sonsuzluğu tattı avuçlarından
Ölüm tomurcuklandı; kabir uyandı gülüm

Bir kafdağı kalmıştı varlığından bihaber
Seni görünce, o da tutuşup yandı gülüm.
N.Genç

Altın dizeler iki: Nasıl sevdiyse öyle kalmalı insan,
değişmek mevsimlere yakışır.

Cahit Zarifoğlu

Sermayesi hüzün olanlara: İlacı olmayan bir hastalıktır hasret, içtiğin çayda söylediğin türküde bile aklına gelir..

Not 1: Pandemiden önce ekonomik konjonktürün zorlaşmasıyla binlerce küçük ve orta ölçekli firma konkordato yani iflas erteleme, ve iflasa gitmişti.  Pandemide özellikle hizmet sektöründe binlerce firma daha yaşam şansını kaybetti. Ancak, hükümetin iflas ve konkordatoları dondurması, bankalara vadesi gelen kredileri uzatma konusunda telkini ve kısıtlı olsa mali destek sayesinde, zorlanan şirketler  yarın işler düzelir umuduyla yollarına devam ettiler.
Bugün, reel sektör daha da zorlu bir ekonomik ortamda hayatta kalmaya çalışıyor. İlkin, enflasyon muhasebesi binlerce şirketin yüksek ciroya rağmen aslında karsız çalıştığını ortaya koyacak. İkincisi, TCMB’nin en azından bu yıl faiz indirmeyeceği genel kabul görmüş durumda. Yüksek seyreden ticari kredi faizleri ve  sıkılaşan krediye erişim koşulları ucuz krediyle işini döndürenleri zorlayacak.
En son olarak da, Maliye Bakanlığı ve TCMB tarafından açıkça beyan edilmese de, Ekonomik İstikrar Programı’nın başarıya ulaşması için iç talebin, yani ciroların yavaşlatılması gerekiyor. Şirketler ihracata yönelerek de sorunlarını çözmekte zorlanacak, çünkü TL’nin reel olarak değer kazanması emek yoğun sektörlerde dış rekabeti güçleştiriyor.
Konkordato ve akabinde iflas dalgası, daha fazla işsizlik ve bankaların sermaye kalitesinin erozyonu anlamına geliyor.

Not 2: Dün gece uyumadan önce iki seçeneğim vardı.
Kitap okumak ya da herkesin çok bahsettiği Kızıl Goncalar'a başlamak.
Bir dizi izlemek istemediğime karar verdim.
Zaman kaybı ve bir kaç iyi bölümden sonra hepsi saçmalaşıyor.
Tercihimden memnunum.

Not 3: Eskiden sadece okuduğunu anlama sorunu vardı. Artık dinlediğini anlama sorunu da var.