Ne zaman sıcaklar aniden bastırsa

Çöl sıcakları önce benliğimi yakıyor

Soluk soluğa kalıyorum her bunaltıcı Haziran akşamı

Sığınıyorum bir dut ağacının duldasına

Ve sevgilim ne zaman yüzünü çevirse benden

Bir yolculuk düşüyor aklıma, gidiyorum

Bir daha gelmemecesine

Her seferinde de duramıyorum sözümde

Bütün gençliğim böylece geçip gitti işte

Ama hala bir şeyler var vazgeçemediğim

Çılgın ruhumu dizginleyen

Gönlümü yangınlardan çekip alan…

Çağdaş Türk şairi Mustafa Akgül’ün son şiirine yer verdik bu sefer köşemizde. Kalemine ve yüreğine sağlık diyoruz.

Son söz: Allah gönlümüz daraldığı anlarda yol gösterenler ve ferahlık verenler çıkarsın karşımıza her daim. Âmin

Uyarı: Servet vergisi şart, ayak sürümenin anlamı yok. Zenginler gerekirse kendileri servet vergisi talep etmeli. Yoksa bu iş zengin düşmanlığına gider. Allah daha çok versinden, Allah belasını versin bu lanetlenesi zenginlere doğru gidiyor iş… Dikkat etmek lazım. Gerekli inisiyatif tüm paydaşlarca en kısa sürede alınmalı. Böyle giderse zenginin malı sadece yoksulun çenesini yormayacak. Servet dağılımı kesinlikle düzeltilmeli. Ardından gelir dağılımı adaleti sağlanmalı. Zekat müessesi dinimizce boşuna tahsis edilmedi.

Aforizma: Hikâye tekrarlanıyorsa ve hâlâ anlam taşıyorsa kalıcıdır.

Vecize: Tüm zenginler bencil, cimri ve narsisttir ve aynı zamanda şerefsizdir…

M.Akgül

Uyarı 2: Tiktok’ta rezaletler bitmiyor. Yeğeniyle dudak öpüştüren kadını da gördük sonunda.

Tiktok’u kapatmak için daha ne olması gerekiyor. Meclis gereğini bir an önce yapmalı. Bir toplum sosyal medya aracılığıyla adeta iğdiş ediliyor ve kimsenin umurunda değil. Korkarım bu umursamazlık, boş vermişlik bizi uçurumdan aşağı yuvarlayacak ivedi önlemler alınmazsa.

Geyik: Nem çok nem!

Hatıra: İlkokulda iken beni Kurban’ın anlamı üzerine ikna eden Kur’an Kursu hocam oldu. Kurban ibadetinin kan dökmek üzerine bina edildiğini, insanların yediği hayvanların yani bir canlının kanını dökerek hayatın zorluğunu ve anlamını daha kuvvetli kavradıklarını söyledi. Hemen bu yorum üzerine amel etmeye başladım. Mahallemizin kadınları akşam yemeğine yetiştirecekleri horozları zaten bana kestirirlerdi. Kadınlar dinen kesemiyormuş ve ben de küçük yaşta erkek sınıfına dahil olmanın ayrıcalığını yakalamıştım.

Tadımlık: Bir baba, dehşet duygusu ile elinde kalanlara sahip çıkmak üzere oğlunu kurban etmeye karar vermişken, yerine paylaşmaya ve dayanışmaya, ayrıca ortak değerlere-kurallara vesile olan ve bir ziyafete dönüştürülen kurban adetine geçiş gerçekleşiyor. Ve böylece bize dehşetten kaçınmak üzere ahitleşme anlayışıyla uzlaşmayı getiriyor.

Benden söylemesi: İslâm hukukunun izin verdiği köleliği insan hakları ortadan kaldırdı. Kadına aynı hukukun mirastan verdiği eksik payı laik hukuk erkekle eşitleyerek düzeltti. Para ekonomisinde faizsiz bir düzen kalmadı. Bunlar tartışılmıyor da neden geçmişe referans gösterilen pedofili hala gündemimizde.

Başında sarık, sırtlarındaki cübbenin eteğini sağa sola savurarak ortalıkta dolananların arasında mebzul miktarda bulunan soytarılar dini yorum kılıfı giydirilmiş grafiyi ellerine geçen her fırsatta şehvetli-salyalı ağızlarıyla ballandıra ballandıra her yerde anlatıyorlar. Cenneti bir fuhuşhane olarak tasvir eden bu soytarıların cinsel fantezileri kadar dini aşağılayan, hakaret içeren başka ne var?

Oxford’da Joshua Little isminde erken dönem İslâm uzmanın konuyla ilgili hacimli bir doktora tezinden bahsediliyor. Uzmanın vardığı sonuç, 9 yaş rivayetinin doğru olup olmadığının bilenemeyeceği şeklinde. Sahih-i Buhari referansı herhalde, dinin kendisinin yerine geçemez.

Üstelik dinin esasına dair yorumlar zamanla değişir. Din adına hüküm verenler arasında, 9 yaşındaki bir çocukla cinsel ilişkiyi caiz görenler, bırakın dini insanlığın dışındadır. Hakikati bu şekilde teslim etmeyerek bu sapkınlara açık kapı bırakanları da İslâm dairesinin dışına atarak, dininizin izzetini korumuş olursunuz.

Tebrik: Uzun oyunculardan kurulu Gürcistan savunmasına karşı ısrarla kanatlardan kesilen toplarla atak yapmak nasıl bir oyun anlayışıdır anlayamadım. Teknik ekibin bunu maçtan önce tahmin etmesi zor değildi.

Milli takımda Arda Güler attığı enfes golle geceye damgasını vurdu.  Cristiano Ronaldo’yu geride bırakan genç yıldız Avrupa Şampiyonası tarihinde çıktığı ilk maçta gol atan en genç oyuncu oldu.

Uyarı 3: 3-1’lik galibiyet kimseyi kandırmasın. Portekiz ve Çekya karşısında bu mantık ve oyunla hüsrana uğrayabiliriz. Bu nedenle Montella’nın rakipleri tekrar tekrar gözden geçirmesi ve ona göre alternatif oyun planı oluşturması gerekiyor. Grupta bundan sonra oynayacağımız maçlarda şans Gürcistan maçındaki kadar yanımızda olmayabilir. Türkiye, F Grubu’ndaki 2. ve kritik maçta 22 Haziran Cumartesi günü Portekiz’i yenerek bu işi koparabilir. Kalbimiz ve dualarımız onlarla…

Not 1: Margaret Thatcher, Douglas Keay ile 1987‘de yaptığı röportajda, insanların hükümetlerden kendi sorunlarının çözümü için sürekli taleplerde bulunduğunu, ama bunun saçma olduğunu, çünkü toplum diye bir şeyin olmadığını söylemişti. Hükümetin insanlara bakmak gibi bir yükümlülüğünün olmadığını, herkesin önce kendisine bakması gerektiği görüşünü savunuyordu. Zaten bu görüş, neoliberalizmin nihai sloganı oldu: Toplum diye bir şey yok.

Not 2: Sosyal bağların çözülmesinin bir sonucu olarak kültürel bir halsizlik, yüzeysellik yaşanıyor. Bir video açıp üç beş dakikada evrenin oluşumunu, kişilik bozukluklarının ayırt edici özelliklerini, iyi yemek yapmanın sırlarını ya da evdeki bir tamirat işini öğrenebilirsiniz. Hatta özetlerini dinleyip kısa sürede dünya klasiklerinin tamamını okumuş gibi de hissedebilirsiniz. Öyle ki, bilgiye olan bu yaklaşımla ergen bir çocuk kolayca şu hisse kapılabilir: Öğrenebileceğim her şeyi öğrendim, dünyada keşfedebileceğim bir şey kalmadı.  Aslında o videolarla bir şey öğrenmek mümkün değil.

Not 3: Üniversitede okurken örneğin‚ “Gösteri Toplumu” adlı kitap çantamda haftalarca gezinip durmuştu, altını çize çize, üzerine düşünüp başkalarıyla konuşa konuşa okuduğum bu kitaba hâlâ zaman zaman geri dönüp doğru anlamış mıyım diye bakma ihtiyacı duyabiliyorum. Keşfetmek istediğim o kadar çok şey var ki. Bu durum romantik ilişkiler için de geçerli.

Yüzeyde kalıp derinleşilmediğinde, herkes kategoriler altında sınıflandırılabilir kolaylıkla, etiketlenebilir. Daha sonra da gerçekten de etiketlenen o kişiler, kendilerini o etiketlere sığdırmaya çalışabilir.

Çünkü tek belirleyici güç piyasa olduğu sürece, gerçek ilişkinin yerini rekabetçi ilişki alır. Diğerinin özgürlüğü artık kendi özgürlüğümün koşulu ve kısıtı olarak değil, bir tehdit olarak işlev görür. Tek başına hisseden biri, diğerlerini etiketlemeden yoluna devam edemez.

Not 4: Film ve dizilerde, seri katillerin, doğaüstü açıklanamayan olayların, korku ya da gizem türü yapımların ilgi görmesinin, insanların sosyal bağlardan yalıtılmış olmasıyla bir ilgisi olsa gerek.

Korku zihinlere hâkim olduğunda, dünyadaki sorunlar ve zorluklar abartılır, fanteziler devreye girer. İnsanlar kısa süreliğine sadece büyük bir acı yaşandığında bir araya gelebiliyor. Ama bu birlik duygusunun kısa sürmesinin anlamı, insanların, dolayısıyla toplumun kendi çaresizliğiyle barışık hale geldiğini gösteriyor. Acı çekmenin değil, acılara neden olan olaylarla mücadele etmenin derin bir anlamı olduğu unutuyor insanlık.

Not 5: Olur ya; halledemeyiz bazı şeyleri. Birçok şeyi de mahvederiz. Ağlar, sonra el ele tutuşur beraber güleriz. Sen yine de her koşulda yanımda ol.

Not 6: Güzel bir ruha aşık olan ona sonsuza dek sadık kalır / çünkü sevdiği şey ebedidir.

Not 7: Ülkeye milyonlar dolarken bunlar nerede oturacak demeyi akıl edemediler.

Kiralık konut ihtiyacının karşılamak için TOKİ'nin kiralık konut üretmesi veya inşaatçıların satmak için değil kiraya vermek için konut üretmesini teşvik etmesi için gerekli adımları atmadılar.

Kiralık konut ihtiyacının çözümü için birilerinin yatırım amaçlı konut alıp kiraya vermesinden başka bir çözümü kalmadı.

Faizleri indirip enflasyonun anormal artmasına sebep olunca kiralar da otomatik olarak artmaya başladı. Ancak alım gücü anormal yüksek enflasyon nedeniyle çok düştü ve kira artışına yetişemez oldu.

Kira artışına TÜİK enflasyonunun dahi çok altında bir sınır getirip bunu da iki sene boyunca enflasyonun çok altında tuttular.

En basit davalar bile aylarca sürüyor ve davaların süresini kısaltmak mümkün olmuyor.

Böyle olunca da yatırım için konut alıp kiraya vermek cazibesini yitirdi. Kiracıların da aşırı yüksek enflasyon nedeniyle alım güçleri çok düştüğü için zaten kira öder gibi taksitle konut alma ihtimali kalmadı.

Yatırım için konut alanlar azalınca inşaatçılar da üretimi kıstı.

Konut yatırımcısı da artık yurtdışını tercih ediyor.

Ancak kira talebi artıyor. Yeni üretim az çünkü yatırımcı talep etmiyor. Demek ki artık kiralık konutu üretmek tamamen hükumetin sorunu. Ya da ev sahibi düşmanlığından vazgeçecekler ve eski sistem yeniden canlandırılacak.

Eski sistemi canlandırmak için döviz ile kiraya verme hakkı geri verilmeli. Mahkemelerin 3-4 ay içinde sonuçlanabileceği şekilde düzenleme ve yatırım yapılmalı.

Hayır biz bunları kabul etmiyoruz ve yapmıyoruz diyenler oturup konut üretimini kendileri yapıp kendileri kiraya vermeli.

Yani, nas ve ensar anlayışıyla oluşan sorunu bu şekilde devam ederek çözme kapasitesi kalmamıştır. Çözüm serbest piyasadadır. Yeter ki yasakçı ve müdahaleci anlayış terkedilsin. O da bu kafayla mümkün değil zaten.

Not 8: Kanıtlayamam, fakat şundan eminim ki başta Telekom olmaz üzere birçok internet sağlayıcısı, önce sunmaları gereken internetin hızını kısıyor, sonra da telefonla arayarak "daha iyi hizmet alabilmeniz için hızınızı yükseltelim" deyip abone ücretini artırmaya çalışıyor.

Her alanda yağma, kuralsızlık ve sahtekarlık...

Not 9: Armut dibine düşer!

İnsan genelde, doğuştan bencil ve çıkarcı değildir.

Bu, kapitalist sistemin kanıtlanmamış bir ezberidir.

İnsan yavrusu, belli bir toplumun bağrına doğar ve anne sütü içmeye başladığı andan itibaren toplumun örf ve adetlerini, gelenek ve inançlarını, yaşam tarzını ve ahlaki davranışlarını edinmeye başlar.

Bebekler, ilk andan itibaren kendine rol modeli edinir. Nasıl bir toplumsak, bebekler de adım adım öyle biçimlenir.

Not 10: Şöyle anlamıştım. M. Şimşek ana muhalefete ekonomi politikaları ile ilgili bilgi verecek.

Doğruysa, öyle değilmiş. CHP’li iktisatçılar M. Şimşek ekibiyle birlikte çalışacaklarmış

Saygıda kusur etmeden belirteyim ki CHP’li iktisatçı dostlar bu tuzaktır

22 yılın enkazına ortak arıyorlar.

Not 11: Bazen bin ihtimal daha olur.  Bini de aynı!

Not 12: Uzun bir yolculuk özlüyor içim, geri dönmemeye…         

Her his geçmez bilirsin.

Aykut Özcan

Not 13: Doğrusunu isterseniz Avrupa’da “aşırı” sağın ve buna bağlı olarak İslam karşıtlığının yükselmesinin Huntingtonvari bir medeniyetler savaşı çıkartacağını hiç sanmam. Onlar ne kadar bastırırsa bastırsın son Gazze Savaşı’nda gördüğümüz gibi İslam dünyası alttan almayı seçecek, olsa olsa Al Jazeera benzeri kanallar üstünden eleştirmek ve Avrupa’yı ayıplamakla yetinecektir. Avrupa “aşırı” sağı İslam dünyasında “savaşını” verebileceği muhatap bulamayacaktır.

Avrupa sağının yükselişinin bize ve dünyaya tek faydası AB’nin ABD’den biraz daha otonom olmasını sağlamak, körü körüne destekledikleri Washington’un yörüngesinden sapmak, Ukrayna savaşının bitmesi için zemin hazırlamak olabilir. Belki biraz daha az müdahaleci dahi olabilirler.

Ama sakın Ortadoğu’da farklı bir politika benimseyeceklerini ya da bize herhangi bir nedenle sempatiyle bakacaklarını düşünmeyelim. Tedbirli, itidalli ve öngörülü olmayı ilke edinelim…

Not 14: 20.Asrı fiilen sona erdiren olgu, yâni Berlin Duvarı’nın yıkılması ve Sovyetlerin çöküşüydü. Bunlarla beraber iki mühim olgu ortaya çıktı. İlki siyasetin kültürleşmesi ve bürokrasilerin tasfiyesi. Siyasetin kültürleşmesi, sanki 68’in ruhunu çağırıyordu. Belki öyle de denilebilir. Ama bu defa, bilhassa 90’larda en plâstik seviyede bir yeni 68 yaşanıyordu. İkinci dalga ise mühendislik ile ekonomiyi harmanlayan teknokrasilerin yükselişiydi.

Kültüralizm ve ekonomizm, liberalleşme dalgasının iki yüzüydü. Buna en son olarak teknolojizm de eklemlendi. (Plastiklik zaten bu benzemezleri bir araya getirmekten, kültüralizme ekonomizmin, ekonomiye teknolojizmin zerk edilmesinden doğuyordu).  Tabiata, çevreye dair; etnik, dinsel ve cinsel meselelerin harman edildiği plastik bir yeni 68…Yeni bir tarz Beyaz Yakalı oligarşiler doğuran tuhaf bir dönüşümdü bu. Bu yeni elitlerin kendilerine biçtikleri misyon güya bürokratik kapitalizmin verimsizliğini gidermekti. Tekmil kamusal kurumlara ve yerleşik iş bölümlerine saldırmak başat marifetleriydi. Bu saldırganlık yerleşik sağ ve sol partileri birleştirdi. Yeni sağ, meselâ Thatcher bunu açık açık; Tony Blair ve Gordon Brown gibiler ise Üçüncü Yol modellemeleri (güzellemeleri) üzerinden yapıyordu. Tabiî verimlilik artışı sağlanamadı. Tam aksine derinleşti. Modeller tam bir fiyasko ile çöp oldu. Düzelteceğiz derken tam bir yıkıma yol açtılar. (Bu dünyada Tony Blair gibi yaşamak nasıldır acaba?)

Bu saldırılar yeni oligarşilerde insaf bırakmadı. Kamusal düşüncenin yıkılması, kamusal endişelerin karikatürleştirilmesi ile ucu narsisizme varan duygusuzlaşmaya dayanan, Brian Turner’ın bireysileşme (individuation) dediği bir olgu ile eşleşti. (Sosyal sorumluluk projeleri, aslında kamusal sorumsuzlaşmanın günah çıkarma ayini, plastik bir işlevi ve mahsulüydü).

Son AB Parlamentosu seçimlerinde ortaya çıkan ve aşırı sağın yükselişi olarak tescillenen tablonun derinliklerinde bu oligarşinin mağlûbiyeti yatıyor. Verimlilik iddialarına dayanan ekonomik modelleri çöktü. Yükselen işsizlik ve enflasyon bu çöküntünün neticeleridir. Kültüralizmleri çok kültürlü, hoşgörülü toplumlar yerine, M.Featherstone’un işaret ettiği üzere postmodern kabileciliği, T. Eagleton’ın dediği gibi kan davalarını doğurdu. Kafelerde, kampüslerde üretilen hoş teorilerin reel hayatlardaki karşılıklarıydı bunlar. Hâsılı bir enkaz bıraktılar. Bardağı taşıran damla ise Avrupa’yı Rusya ile savaşın eşiğine getirmeleri oldu. Marine Le Pen’in babası Jean- Marie Le Pen daha 1980’lerin sonunda, postmodern kültüralizmleri desteklediğini ifade ediyor, kültür devrimciliğine varız diyordu; meğer ki her kültür kendi saksısında kalsın; ayrık otlarından temizlensin. Siyaseti ekonomizme ve teknolojizme irca edip, bodoslama hesapsız olarak kültürlerle buluşturmanın neticeleriyle yüzleşiyorlar şimdi. Popüler dip dalgaları oligarşilerin yüzünü yalıyor.

Not 15: Rahmetli  Prf.İdris Küçükömer Türkiye’yi ”Düzenin yabancılaşması”nda analiz eder ve Türkiye’de sol sağ,sağ soldur” tespitini yapar. Ülkemizde küresel gelişmelere paralel olarak siyasette kartlar yeniden karılıyor ve herkes dağınık görünse de %40’lık milliyetçi bloka göz kırpıyor.

Not 16: Sanat, bulanık düşüncenin tülünü yaşamın üzerine gererek, yaşamın görüntüsünü katlanılır kılar.

İnsanca, Pek İnsanca 1, Nietzsche

Not 17: bağırdım ağzımı elimle kapatarak

keşke doğru yaptıklarımdan değil,

yanlış yaptıklarımdan pişman olsaydım

ne kalacaksa yaşadığım bunca çıldırmaktan geriye

vaktinde gelmeyen her şey kadar haindir..

B.Parlak

Not 18: 25 yaşında iki genç. Biri futbol oynuyor ve senede 40 milyon TL kazanıyor. Diğeri yılda 400 bin TL almak için okumadığı okul, girmediği KPSS kalmıyor, üstüne torpil bulmak da zorunda. Sonra senede 40 milyon TL kazananın çalıştığı kulübün borcu siliniyor ama diğerinin KYK borcu silinmiyor. İş bulamazsa hastanede sağlık primi ödenmediği için bakılmıyor.

Bu yetmiyor. Sonra sizler kulüplerimizi batırıyor, onca yoksulluklarına rağmen takımlarını hiç yalnız bırakmayan KPSS insanlarının, tamircilerin, berberlerin cebindeki paraya göz dikiyorsunuz. Şimdi uzun zamandır ne zaman bir zengin görsem ceplerimi kontrol etmek zorunda hisseden ben oluyorum.

Not 18: Sevsem sana yazık, sevmesem incinirsin.

Not 19: söz

sende olunca

hangi mevsimin mecali yeter ki ifade etmeye

tek tek heceliyorum maviye gem vurmuş zamanı

kırlangıçlara takılıp göç eden bahar

adının müjdesini saklıyor doğacak iklimlere

razıydım oysa güneşin yanında asırlara bölünmeye 

kurşuni gözlerin nefesime batmadan önce

söz

sen olunca

kapıları örtüyor küstüm çiçeği

âh…

Nuran Köse Baydar

Not 20: Aşırı incelik yetersiz canlılığın göstergesidir; sanatta, aşkta ve her şeyde.

Not 21: Günün birinde kendimizden daha sıkışmış biriyle karşılaşma umudu olmasaydı, insanlarla ilgilenmezdik.

Not 22: yazın mavi akşamlarıyla ineceğim patikalara buğdaylarla bezeli ufak otları çiğneyerek: ayaklarımda o tazelik, aklım bir karış havada bırak yıkasın çıplak başımı rüzgar diyerek konuşmayacağım, düşünmeyeceğim…

Not 23: Aşk, her renkte, her düzeyde, somut güzellikle bağlantılıdır. Schopenhauer’ın deyişiyle: “Sevgilinizin yaşına bir yirmi yıl daha ekleyin de onun duygularınızda bıraktığı doğrudan etkileri gözlemleyin.”

Oysa sevgi, ruhun içine öyle bir dalgınlıkla dalar; ruhun güzelliklerine öyle tutulup kendinden geçer; somut güzellikleri bambaşka bir biçimde görür. Aşk; tufan, dalga, coşku niteliklidir. Oysa sevgi durgun, dayanıklı, ağırbaşlı, arılıkla dolup taşar bir durumdadır.

Aşk, uzaklık ve yakınlığa göre değişir. Uzaklık uzun sürecek olursa azalır. İlişki sürecek olursa değerini yitirir. Ancak korku, umut, sarsıntı ve acı çekmenin yanı sıra “görüşüm-uzaklaşım”la diri, güçlü olarak kalabilir. Oysa sevgi bu durumları bilmez. Dünyası başka bir dünyadır.

Aşk, kabadır, şiddetlidir. Bununla birlikte dayanıksız, güvensizdir. Oysa sevgi, tatlıdır, yumuşaktır. Bunun yanı sıra dayanıklı, güven içindedir.

Aşk hep kuşkuyla bulunur. Oysa sevgi, baştan başa kesin inançlıdır. Kuşkuya yer vermez. Aşktan içtikçe kanarız, sevgiden içtikçe susarız. Aşk korundukça eskir. Oysa sevgi yenilenir.

Aşk, sevenin içinde var olan bir güçtür. Kendisini sevgiliye çeker. Oysa sevgi sevilende var olan bir albenidir. Seveni sevilene götürür. Aşk, sevgiliye egemenliktir. Oysa sevgi, sevilende yok olma susuzluğudur.

Ali Ş.

Not 24: Büyük yazar Ernest Hemingway, ABD’den gelip gazeteci gözüyle izlediği İspanya iç savaşından şunu çıkarmıştı:

Kötü yönetilen bir ülkenin ilk uğrağı, parasını değersizleştirmekti. İkincisi ise savaş. İkisi de geçici bir refah sağlar ama kalıcı bir yıkımla sonuçlanırdı. İkisi de siyasi ve ekonomik fırsatçıların sığınağıydı.

Cumhuriyetçi direnişçilerle faşist General Franco kuvvetlerinin, kurşun ziyan etmemek için birbirini aşağı attığı bu uçurumdan, önce paraları yuvarlanmıştı demek.

Yani Hemingway’e göre bir ülkenin parası uçurumun dibindeyse insanları da başında rahat duramıyordu.

İlla savaş gibi bir cinnete sürüklenecekleri anlamına gelmez. Ama paranın değeri baş aşağı gitti mi, halkın da rahatı bozulur, huzur bulamaz.

Evet, parayla saadet olmuyor. Şarkısı bile yapılmıştı, rahmetli televizyoncu Savaş Ay’ın annesi Şükran Ay söylerdi. Neylersiniz ki parasız da saadet olmuyor.

Paranın değeri, uçurumdan aşağı yuvarlanmaya görsün; hayatı da peşinden çekiyor. Bir tutam otun, keçileri çektiği gibi.

Not 25: TÜİK’in açıkladığı resmi enflasyon ile gerçek enflasyon farklı olunca ne oluyor? Sabit ücretliler dediğimiz başta emekliler olmak üzere herkes bu gerçek olmayan artışın altında eziliyor.

Mesela 2020 yılından bu yana maaşlara bir sıfır eklenmesi gerekirken asgari ücret 7,3 kat artışta kalmış. Ama asıl olan emekli maaşlarına olmuş. Ortalama emekli maaşı 5,7 kat artışla nerede ise yarı yarıya eriyip gitmiş.

Bugün ürün fiyatlarına baktığımızda karşımıza bir başka acı tablo çıkıyor. Dedik ya 2020 yılı fiyatlarına 4 yılda 1 sıfır eklenmiş. İşte o ürün fiyatları ortalama kurun 7,0 lira olduğu 2020 yılına göre şimdi 70,0 liraya yakın parite üzerinden fiyatlanıyor.

Bakın tekrar edeyim: Türkiye’de dolar/TL sanki 65-70 liraymış gibi ürün fiyatlarına yansıtılıyor. O nedenledir ki hem gelir düştü hem de dolar bazında fiyatlar müthiş yükseldi ve fakirlik çığ gibi büyüdü.

Ben bu yazıya çalışmadan önce kabaca dolar kurunun 50-55 lira gibi fiyatlandığını düşünüyordum ama birçok üründe fiyat kurunun 65-70 lira olduğunu görüyorum.

Durum çok ama çok ciddi.

Bu fakirliği hiçbir toplum kaldıramaz ve daha da önemlisi bu faturayı yine alt gelir grubuna kesmek topluma bir başka mesaj demektir.

Umarım anlayanlar anlamış olsunlar.

TÜİK ilk 3 ayda ortalama enflasyonu %66,7 açıklamıştı.

Oysa aynı dönemde tüketim vergileri %119 arttı. Sizce bu oranlarda bir terslik yok mu? Hatta iç tüketim vergilerindeki artış oranı %150…Hiç yüzde 67 enflasyonda tüketim vergisi %150 artar mı?

Gerçek enflasyonun açıklanmaması tüm toplumu bir felakete götürüyor ama kimin umurunda…

Not 26: Para lazım para…

Onun için Ankara’da “uçan kuştan vergi alma” psikolojisine girilmiş.

2024 yılı bütçesinde 1.3 trilyon lira faiz ödemesine ayrılmış.

KKM’ye 883 milyar lira ödemiş Merkez Bankası…

Deniyor ki, Mehmet Şimşek politikalarına mahkummuşuz. Memleket o hale gelmiş ki Mehmet Şimşek politikaları olmasaymış, batacakmışız.

Mehmet Şimşek politikaları da “Kemer sıkma” diye özetleniyor. Kemer sıkmak bizde dar gelirlinin, maaşı ile çalışanın belinin kırılması anlamına geliyor… Delik kalmamış daha neyi sıkacaksınız?

Not 27: Görevlendirmeyi biz yapıyor, seçtiklerimiz bizi temsil etsin istiyoruz.

Böyle sistemlerde bedeli de seçenler öder. Millet Öder. Doğru düğmeye basmanın bedelini de yanlış düğmeye basmanın bedelini de… Birçok ülke yanlış savaş kararlarının bedelini tarihten silinmekle ödemiştir. Ekonomide yanlış kararlar belki savaş kadar yıkım getirmiyor, ama toplumu kıvrandırdığı da bir gerçek…

Ne dersiniz, bunlara bakıyor muyuz? 14-28 Mayıs 2023 seçim sonuçları ile 31 Mart 2024 seçim sonuçlarının farkı bununla mı ilgili?

Ben zaman zaman diyorum, “Keşke Cumhurbaşkanı Erdoğan, meydana çıkıp ‘ekonomi işinde yanlışlar yaptık, halkımıza verdiğimiz eziyetten dolayı özür dileriz’gibi bir özür beyanında bulunabilseydi. Bir de en tepeden görünür boyutta tasarruf hamleleri gerçekleştirseydi… Bunun sayın Cumhurbaşkanına bir bedeli olurdu hiç şüphesiz, ama Şimşek’in şu an uygulamakta olduğu kemer sıkmalara da en iyi gerekçe olurdu. Bizdeki siyaset, yanlışı doğru gibi yapabilme özgüveni üzerine kurulduğu için böyle bir özeleştiriyi kimse yapmıyor.

Not 28: 14 Kasım 2023'te gözaltına alınan ve ardından tutuklanan Candan kardeşlerden Nihal, sağlık sorunları nedeniyle cezaevinden çıkarıldı. Ancak Bahar Candan hakkında net bir bilgi bulunmuyor. Medyada dolaşan söylentilere göre, Bahar Candan'ın cezaevinde kendini yaraladığı iddia edilmiş ve hastaneye kaldırılmıştı. Ancak şu an nerede olduğu ve durumu hakkında kesin bir bilgi mevcut değil.

Bu olay, aynı zamanda sosyal medya fenomenlerinin yaşadıkları hukuki süreçleri ve adaletin işleyişini de gündeme getirdi. Özellikle fenomenlerin çevrelerindeki etkisi ve bu etkinin hukuki süreçlere olan muhtemel etkileri tartışma konusu oldu. Sosyal medya, bir yandan insanların yaşam tarzlarını ve günlük olayları paylaşma platformu olurken, diğer yandan da hukuki ve etik sorumluluklar konusunda çeşitli tartışmaları beraberinde getiriyor.

Dilan Polat'ın kardeşi Sıla Doğu'nun serbest bırakılması da bu tartışmaları derinleştiren bir diğer olay oldu. Fenomenlerin cezaevinden çıkabilme süreci, adaletin nasıl işlediği ve sosyal medya etkisiyle bu sürecin nasıl şekillendiği konularını da gündeme getiriyor. Peki, sıra Dilan Polat'ta mı?

Bu soru, adaletin kılı kırk yaran sürecini ve her bireyin hukuki haklarını nasıl savunabileceği konusunu akıllara getiriyor. Her bireyin eşit yargılanma hakkı olduğu gerçeği, sosyal medya fenomenleri gibi toplumun göz önünde olan kişiler için de geçerli olmalıdır. Ancak bu durum, bazı kesimler tarafından ayrıcalıklı muamele veya özel durumlar olarak yorumlanabilir.

Not 29: engellilere araç alımında ÖTV tamamen kaldırılacakmış: Toplumun % 50 si Direkt  ve Dolayli Engelli hale gelince olacağı buydu diyorlar. Tabii bu hale kim getirdi toplumu o da ayrı bir konu…! Toplum engelli değil ahlaksız…

Not 30: Tatil yöreleri de bitmiş; bitirilmiş.

Marketlerde pet su bile kalmamış; bisküviler, gofretler sanki yağmalanmış...

Sosyal medyada ormanların içindeki çöp dağlarının videoları var; dünya güzeli, Ayvalık, Geyikli, Bozcaada ve Fethiye sahillerinde bırakılmış pet şişe, çocuk bezi, plastik kap, poşet yığınlarına akıl erdirmek imkansız.

Bazı "okumuşlar" göçebeler gibi diyorlar bu manzaralara...

Bilmem ki...

Dört gün boyunca yiyip içtikleri karpuz, kavun, köftenin ve çocuk maması koydukları kapların bile öyle rasgele atılıp eve dönülmesinin neresi göçebelik?

Bütün sosyal kesimleri etkileyen gizli bir yıkıcılık mı bu?

Bir tür "geleceksizlik" hali mi?

Bir daha asla oraya gelinmeyecekmiş gibi; bir daha asla böyle bir tatil imkanı kazanılmayacakmış gibi yaşayıp geçmek...

Niye böyle söylüyorum?

Çünkü güneyde çok şık bir otelde çalışan tanıdığım telefon edip "odalar savaş yeri gibi bırakıldı, hiç böylesini görmemiştik, toparlayamıyoruz" dedi.

Günümüz insanı içinde istikrar yoksa geleceğe dönüp bakmaktan korkuyor.

İstikrara güven kayboluyorsa, gelecek bilinmeze devrediliyor.

O zaman çöpü kaldırmaya uğraşmak gereksiz...

Sadece "şimdi"de denize giriliyor, yeniyor, içiliyor, para harcanıyor ve geçip gidiliyor, bilinmeze doğru...

Tatilcilerin çöpü deyince sadece nesneleri anlamayın...

Ruhsal çöpler, hasetler, hayal kırıklıkları, kavgalar, gürültüler, berbat şımarıklıklar...

Bunlar da dahil...

"Bu arada İstanbul’da pazarda bile bamya 150 lira."

Vahşice her yere saçılıp bırakılan çöplerle kilosu 150 lira olan bamya arasında bir bağ var mı?

Var.

Bu bağı göremeyen hiçbir şeyi anlayamıyor demektir.