Bir nesil tufaya geldik..
Okumuş yazmış medeni insanların örgütlü yapılara yenilmesi zor olmadı! 1990 sonrası yoğun bir okuma gayreti içine girdik! Şöyle diyorduk, dünyadan haberimiz...
Okumuş yazmış medeni insanların örgütlü yapılara yenilmesi zor olmadı!
1990 sonrası yoğun bir okuma gayreti içine girdik!
Şöyle diyorduk, dünyadan haberimiz olsun, kendimizi yetiştirelim, bizleri birbirine kim öldürtüyor, bilelim, ülkemizi kim soyuyor ve uyanık farkında sorumlu insanlar olalım, sanata edebiyata müziğe ve bilime ve dünyaya böyle baktık
İlkel topluluklardan beri toplumların uyması zorunlu tabuları vardır! Her tabu-yasak bir otoritedir! Mesela trafik ışıkları bile otoritedir, yeşil yanmadan geçmeyin der! Mesela markette kuyruğa girmek de otoritedir, sıranı bekle, der! Her toplumun yönetmelikleri yasaları düzenleyici hukuku vardır!
İşimize gelmeyen yasalar varsa eleştirir kaldırırız, arkadaş, Cumhuriyet’i topyekün kaldırmak ne demek?
Baskıya karşı gelmek başka şey düzenleyici kurallara uymak başka şey, isyankar başkaldıran kimliklerinin acısını yanlış yerden Cumhuriyet’ten çıkarttılar!
Gidip yetmez ama evet anayasasına oy verip bir cahil şeyhe
ülkenin anayasası ve ordusunu teslim ettiler, ki, o cahil şeyhi
yöneten de Amerika’daki o küçük örgütlü azınlık; yöntemleri de
kumpasları da hedefleri ortak çıkarları da aynı!
Kardeşlerim, işte hayat tecrübem budur, örgütlü saldırı karşısında
teke tek hiçbirimiz duramayız, duramadık, CHP de duramadı!
Kendine güvenen modern bir eğitim almış, yüzbinlerce makine mühendisimiz, doktorumuz, maden mühendisimiz, bilgisayar mühendisimiz, vb. hepsi birbirine benzer hikayelerle yenildi!
Suikastler kumpaslar gırla gitti ülkemizin etnik dengesiyle oynadılar, tertemiz geleneksel Müslüman ahlakıyla oynayıp yerine yağmacı talancı vahşi ve sömürgeci şirketleriyle işbirliğine yatkın İslamcılığı ikame ettiler!
Bir daha sorun kendinize, bir millet apaçık bir işgale karşı
nasıl olur da direnmez!
Akademi neden direnmiyor, medya neden direnmiyor, siyaset neden
direnmiyor!
Direnemezdi çünkü direneceği Cumhuriyet, devlet, milli egemenlik, tarih, vb. her kavram zihinlerde çürütülmüştü!
Son söz: Haksız yere suçlanan kendini aklamak zorunda
hissetmeyebilir; ama kendini anlatmak zorundadır.
Algılar çağında yaşıyoruz, sessiz kalan suçlu olarak hüküm
giyiyor.
Aforizma: Acısını çektiğim bu hayatın tatlısını kimseye ısmarlamam..
Tadımlık: Güvendiğiniz dağlara karlar yağdığında, en güzel çare dağ ile karı baş başa bırakmaktır. Gün gelip karlar eridiğinde, dağ yolunuzu gözleyince en güzel cevap, başka bir dağdan selam yollamaktır..
Hatırlatma: Binlerce personeli, çalışanı ile bir tuvalet hizmetini parklarda yeşil alanlarda ücretsiz, bedelsiz yöre halkına sunamayan bir belediye: İzmir Büyükşehir Belediyesi. Yazıklar olsun.. Niye varsınız belediye olarak sormadan edemiyor insan..
Kulağa küpe: Türkiye’de kiralar neden yüksek?
1. %25 yıllık artış şartından dolayı evsahibi önden yüklemeli fiyat
istiyor
2. Kiracı bir sefer oturdu mu 10 yıldan önce çıkarmak için mucize
lazım.
3. İnşaat yapılmıyor. Yapılanların çoğu da kentsel dönüşüm. Maliyet
evi alanın üstüne yıkılıyor.
Not 1: Deva Partisi’nin oyları neden yerlerde?
İnsanlara neden sahici gelmiyorsunuz?
Hiç düşündünüz mü?
Not 2: Ülke nüfusunun tamamının hakkı olan kaynakları, araç ve
gereçleri, sadece bir partinin emrine vermek, seçimleri kazanması
için seferber etmek, adalet ve hakkaniyet kavramlarıyla nasıl
bağdaştırılabilir?
Mayıs 2023 genel seçimlerinde iktidar partisi, devlet imkânlarını,
devletin uçaklarını ve diğer nakliye araçlarını sonuna kadar
kullandığı gibi şimdi yaklaşan yerel seçimler için de aynı haksız
ve hukuksuz uygulamalarını sürdürüyor.
Devlet adına millete ait makamlarda oturan kimi üst düzey
bürokratların dahi, temsil ettikleri makam ve rütbeleri, iktidar
partisi adaylarının lehine kullandıkları, yazılı ve görsel basında
sıkça haber oluyor.
Bu nasıl iştir, bu nasıl gidiştir ve gidişattır anlamak mümkün
değil.
Helal-haram sınırlarını gözettiklerini ve kul hakkına riayet
ettiklerini iddia eden kadroların, böylesi haksız, böylesi
adaletsiz uygulamalarda bulunmaları çok açık ve çok acı bir çelişki
değil midir?
Hangi partiden olursa olsun, mevcut Belediye Başkanlarının dahi,
kendi reklamlarını yapmak, afişlerini yükseklere asmak ve astırmak
için belediyenin araç ve gereçlerini kullandıklarına şahit oluyoruz
ki kesinlikle yaptıkları yanlıştır ve kul hakkının ihlalidir.
Not 3: Aslında en uygun reçete, faizleri beklenen enflasyonun üzerinde tutmak ve döviz kurları üzerindeki baskıyı kaldırmak. Bunu yapmaktan kaçındığımız sürece önünde sonunda döviz hızlı bir şekilde yükselecek ve peşinden faiz de gelecek. Her ikisinin de daha yüksek seviyelerde dengelenmesini görmemek için şimdiden serbest bırakılmaları en doğrusu olacak.
Not 4: İktidarı eleştiriyoruz eleştiriyoruz da aslında hepimizin de kumaşı aynı bir yandan. Temel basit kurallarda, insanca anlaşamadığımızdan muhalefet de ayrı bir deli ediyor ülkede insanı. Deprem bölgesinde vatandaş tarafından ısrarla istenilmeyen bir adayı ısrarla aday olarak çıkartmaya çalışmak bu durumun en güzel örneği. İktidar akılcı değil zaten biliyoruz da siz hayırdır sevgili muhalefet? Böyle giderse 20 yıla ülkede neredeyse toplama yapmayı bile bilemeyen nesiller sağda solda dolaşacak.
Not 5: Türkiye’nin Instagram’da en çok vakit geçiren ülke olduğu
ortaya çıktı. Dünya ortalaması 12 saat iken Türkiye’de bu süre 21.4
saat oldu. Yapacak iş yok, güç yok. Bir yere gitmek istesen pahalı,
konserler iptal edilmiş, memleketin tersaneleri filan satılmış, ne
yapalım evde, işte, metrobüste, elde telefon kendi boşluklarımızı
başkalarının boşluklarıyla doldurmaya çalışıyoruz. Dünyanın iki
katı Instagram kullanıp da en fazla işte ponzici fenomenler, kara
para aklama sistemleri geliştirebiliyoruz.
Hâlâ Üsküdar Belediyesi’nin toplanan yardımları neden deprem
bölgesine göndermeyip de deposunda beklettiğini merak ediyorum.
Neden acaba?
Not 6: Vahşi yaşamda canını korumaya çalışan hayvanlar gibiyiz. Tabii hayvanlardan biraz farkımız var. Biraz okuma yazma biliyoruz, hayvanlardaki gibi eşit de değiliz. Kim güce daha yakınsa o daha eşit, adalet yok, özgür düşünce yok, keyif yok bizim hayatlarımızda. Her güne öfkeyle ve yılgınlıkla başlamak da çok keyif verici bir tarz.
Not 7: Öyle bir eşitsizlik betonu içindeyiz ki, artık neredeyse herkes ne tutturabilirse kaptırmaya çalışıyor. Nasıl olsa, yanlış yok, kanun yok, kural yok. Anlamsız yaşamlarımız her geçen gün daha da anlamsız, yaşanmayacak yeni alt seviyeleri zorlarken, kendimizi kurtaramadığımı bir kapana yakalanmışcasına, kan vererek günden güne sona yaklaşıyoruz gibi hissediyorum çoğu zaman.
Not 8: Neredeyse okuması yazması olmayan adamlar tarafından
“idare edilmek” zaten, bir coğrafyada hapse girmeden
yaşayabileceğiniz en büyük tutsaklık hislerinden biri olmalı.
“Proğram, demokrağsi, oparasyon” diyen; ülke isimlerini bile doğru
dürüst bilemeyip “Urkanya, Amarika, Ukranya” diyen adamlar,
geleceğimiz hakkında ileri geri ve bolca yanlış içinde kararlar
verirken, sanki çok kötü bir arabada, çok kötü bir şoför
tarafından, çok kötü bir yolda, çok pahalıya ömrümüzün sonuna
yolculuk yapıyormuşcasına geçiyor her gün.
Keşke bütün bu saçmalıkları bir sayfa yazı, bir kısa film, ya da
bir kilo fıstıklı baklava ile düzeltebilsek… Pek mümkün değil,
baklavanın kilosunu hiç burada dillendirmeyeyim, tadımız kaçmasın.
Zaten tadımız da pek kalmadı.
Not 9: Sevgisiz bir toplumun sevgisiz bireyleri olarak, bambaşka
bir organizma gibi, evrime aykırı, zamana aykırı, gelişmeye aykırı,
bilime ve ilerlemeye ters düşen tuhaf hayatlarda her gün sokakta
bile kaldırımdan üzerime motor gelecek mi diye tedirginlikle
hayatta kalıyoruz ama çok geç ve geri kalıyoruz.
Ülkenin temel derdi de bu. İlerleme olmadan gelişme, akılcılık
olmadan huzur olamayacak. Uzun süre de bu böyle gidecek gibi. Hep
aynı fonksiyonlara, farklı bileşenler katarak, sonsuz bir anaforun
içinde medeniyet denizinin en derin noktasından daha derinlere
iniyoruz.
Not 10: Kapitalizmin bir din olduğunu öne sürüyordu Walter Benjamin. Bugün Müslümanların yapıp ettiklerine baktığımız zaman, fiiliyatları ve düşünceleri ile İslam’ı, kapitalizm dininin yörüngesine çekmek için adeta birbirleriyle yarışıyorlar.
Dünyanın artık hiç bitmeyeceği duygusu, düşüncesi öyle hâkim olmuş ki adeta “hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya hemen ölecekmiş gibi ahirete çalışın” düsturunun sadece ilk bölümünü uygulamaya koymaktan, ikinci bölümünü ihmal etmekten imtina edilmiyor. Her şeyin sonu için bir tahayyülleri var ama kapitalizmle o kadar barışıklar ki onun sonunu tahayyülü bırak, dile gelmesi bile linç vesilesi olabiliyor.
Not 11: “Bize göre kendi kendini yönetme hakkı, diğer haklar
gibi bir temel haktır. Kendi kendini yönetme hakkı da diğer haklar
gibi devredilemez. Bundan dolayı merkezi yönetimlerin veya yerel
yönetimlerin görevi halkı yönetmek olamaz, olmamalıdır. Onların
görevi, bireylerin tek başına yapamayacakları ortak hizmetleri
yapmaktır. Onun için görevlendirilirler ve hizmetleri karşılığında
bir ücret alırlar.
Bunlara ‘kamu görevlileri’ demek daha doğru olur. Yaptıkları iş de
devlet işi değil, kamunun ortak işleridir. Tıpkı evimizdeki işler
gibi. Evimizdeki bir işi tek başımıza yapamıyorsak ücretli bir
yardımcı tutarız. Yardımcı verilen görevi yapar, ama bizi idare
etmez. (…) Yerel ve merkezi yönetimleri, bizi yönetmeleri için
seçmiyoruz, yönetme hakkımızı elimizde tutarak, onları ortak
hizmetlerimizi yapmak üzere görevlendiriyoruz. O halde görevleri
yerine getirecek kadar da yetki ve imkân vermeliyiz.” (Bahri
Zengin, On The Record, syf. 23)
Not 12: Önceden bir merhamet ve paylaşma hatta toplumun farklı kesimlerinde “acıma” nesnesi olan yoksulluk, günümüzde giderek daha çok bir dışlama, korku, hatta nefret nesnesi haline gelebiliyor! Belki de yoksulluk bulaşıcı bir hastalık gibi algılanarak ürkütücü bir şey olarak araya mesafe ve maske konuyor. Toplumda yoksulluk çoğaldıkça yoksullukla ilgili olabilecek her türlü realite görünmezleştiriliyor ve adeta bir fanusa hapsedilmek isteniyor. Böyle yapıldıkça da her çeşit insani, vicdani refleksten soyutlanmış olunuyor. Haliyle yoksul da kendi yoksulluğunu görmemek için çeşitli kaçış kapıları buluyor. Öyle olmasa bir toplum bu kadar gayri meşru duruma sempati duyabilir mi? Bakınız fenomenler veya dolandırıcı tipler. Ya da bu kadar güç kutsanabilir mi? Ancak ve ancak kendini inkâr eden bir toplum bunu yapabilir.
Not 13: Tansu Çiller, Murat Kurum'a destek açıklamıştı....Tansu Çiller’in arazisine imar kolaylığı getirildi. Çiller’in arazisini de kapsayan bölge, “Nitelikli Doğal Koruma Alanı’ndan”, “Sürdürülebilir Koruma ve Kontrollü Kullanım Alanına” çevrildi.....Görevinin karşılığını almış.
Not 14: Kibir; saltanatları devirir, iktidardan düşürür, yönetimi kaybettirir. Markaları yok eder. Kibrin özünde sinsilik vardır. Peki, kibir bünyeye girince neye sebep olur? Varsın kişi kendini herkesten üstün görsün, özgüveni yüksek olsun, dert bunun neresinde? Dert; kibrin sahibini asit gibi eritmesinde…