Biçare bırakıp gidenler bilmezler ki 
Yüreğimizin her gece balyozla dövüldüğünü
Meğer ne mucizevi bir şeymiş yalnızlar için
Ve de kendi içine hapsolmuşlar için
Herhangi bir şeyin olduğunu hissetmek
Tutunabilecekleri, sarılabilecekleri
Korkularından kurtulmak için
Yaşlılığın ve kimsesizliğin ve hiçliğin girdabında ölüm dehlizlerine sürüklenirken..

Not 1: Suç çöküntü olur kalır, silinecek bir leke, kurutulacak bir su birikintisi değildir. Bellek ebedidir…

Not 2: Enflasyon döneminde zaten reel ücretleri gerileyen ve yoksullaşan kesimlerin harcamalarının üçte bire indirilmesi hedeflenmiş. Hem de enflasyon artmayı sürdürürken. Bu önlem planın sınıfsal yanını açıkça ortaya koyuyor. Enflasyon döneminde süper-kârlarla zenginleşen sermaye kesiminin vergilendirmesi akıllara bile gelmemiş.

OVP hayat pahalılığı krizinin tüm maliyetini çalışanların üzerine yıkmayı amaçlayan bir programdır ve en sert şekilde karşı durulmazsa, başta ücretliler olmak üzere, halkın geniş kesimlerinin daha da yoksullaşmasına neden olacaktır.

OVP’de ne yok? Hanehalkı yok. Dönem boyunca özel tüketim azalıyor. Gelir dağılımı adaletini düzeltme yönünde bir adım yok. Yoksullaşan orta sınıfların alım gücünü artıracak önlemler yok. Süper kârlar elde etmiş firmalara vergilendirme yok. Zaten sermayenin farklı fraksiyonları desteklerini belirtmekte gecikmemiş.
O zaman OVP’de neler var? TÜSİAD programından esintiler var. Hemen girişte gerekli tüm anahtar kelimeleri içeren bir cümle bizi karşılıyor: OVP, “makroekonomik ve finansal istikrarı güçlendirmeyi, yüksek katma değerli üretimi teşvik etmeyi, yeşil ve dijital dönüşüm odağıyla verimlilik ve ihracat artışı yoluyla büyümeyi ve cari işlemler dengesinde kalıcı iyileşme sağlamayı, enflasyonu orta vadede tek haneye düşürmeyi” amaçlıyor.

OVP’de ne var? Temenniler var. Örneğin OVP’ye göre enflasyon düşerken istihdam yıllık 900 bin artmaya devam edecek! Yine ‘ithalat bağımlılığının azaltılması’, ‘cari işlemler dengesinde kalıcı iyileşmenin sağlanması’ gibi hedefler sıralanmış.

Reel ücretlerin baskılandığı, işsizliğin arttığı bir ortamda iyi ihtimalle ekonomik durgunluk, kötü ihtimalle ekonomik kriz bizi bekliyor. Ekonomi durursa, işsizlik artarsa insanlar dün aldıklarının üçte birini alır hale gelirse, evet enflasyon düşer! İktidarın planı bu.

Günümüzde iktidarın OVP konusunda bu kadar cüretkar hareket etmesini sağlayan mevcut otoriter konsolidasyon sürecidir. Muhalefetin hiçleştiği ve otoriter rejimin yerleşikleştiği bir ortam, ekonomi yönetimi için muazzam bir hareket alanı açmaktadır. Birbirine tam olarak zıt politikaları tereddüt etmeden uygulamayı sağlayan tam da budur. Bu hareket alanının oluşmasında bir kritik aktör daha var, onları anmadan OVP değerlendirmesini tamamlamak eksik kalır: İktidarın muhalefetteki ‘işbirlikçileri’.

Şunu söylemekte tereddüt etmeyelim: ‘Ekonominin gereklerine uygun politikalar’, ‘rasyonel politikalara dönüş’, ya da ‘doğru politikalar’ söylemlerini ‘satın alan’ muhalefetteki liberal iktisatçılar, iktidarın bu dönemdeki en önemli destekçileridir. İktidarın aşınan toplumsal meşruiyeti, muhalefetteki bu kesimlerin sağladığı teknokratik meşruiyetle ikame edilebilmektedir. Bu destek sayesinde iktidarın söylem ve uygulamaları muhalefette de yankı bulmakta, bu ikisini takip eden geniş kamuoyu, muhalefetten farklı bir ses gelmediğinde iktidarın yaptıklarını meşru kabul etmektedir.

Şimşek politikalarını desteklemek için atılan her bir tweet, her bir açıklama, sadece iktidarın ömrünü uzatmakla kalmıyor. Aynı zamanda ‘başka bir alternatif yok’ inancını yeniden üreterek sadece AKP iktidarını değil, krizdeki kapitalist toplumsal ilişkileri ve çıkışsız ekonomik modelleri yeniden ve yeniden cilalayarak önümüze getiriyor.

Bir yanda çocuklara verilecek bir öğün, diğer yanda firmaların kaptığı süper-teşvikler ve enflasyon dönemindeki süper-kârları. İktidarın ve muhalefetteki işbirlikçilerin ‘rasyonelleri’ ikinciden yana.

Not 3: Türkiye’nin öncelikli sorunları nelerdir? Birincisi, MB’nin uzun süredir devam eden yüksek ölçekli döviz rezerv açığıdır. Kendimiz dolar basamayacağımıza göre bir şekilde bu döviz açığının giderilmesine yönelik bir planın olması gerekir. Maalesef bu OVP’de görülmemektedir. İkincisi yüksek enflasyonla bütünlüklü mücadele için sadece yüksek faiz ve enflasyon hedeflemesi yetmez, düşük gelirli vatandaşların ay sonunu getirmek için kullandığı kredi imkânlarını kısmak da yetmez hatta refah hedeflerinizle terstir. Enflasyona karşı bütünlüklü bir politikalar demeti verilmemektedir. Üçüncüsü kronik hale gelmiş dış ticaret açığı ve cari açıkla ilgili kısa vadede yapılacak en önemli iş büyüme oranını düşürmektir, bunu da geniş halk yığınlarının değil devletin harcamalarını kısarak yerine getirmeniz gerekir. Servet vergisi ve müterakki kurumlar vergisinin de gerekliliği ortadadır. Bu politikalar aynı zamanda dördüncü problem olan bütçe açığının disiplin altına alınmasını da sağlayacaktır. 

İlk intibahım itibariyle 2024-26 OVP’si üzerine çok şık bir yazıyla güzel isimler ve ayrıntılı bir adresin yazıldığı zarfa benzemektedir. Ancak zarfın içi boştur. Zarfın içi de benim kanaatime göre 2024 Mart seçimlerinden sonra, muhtemelen IMF desteğiyle, dolacaktır.          

Not 4: Aile doktoruna geldim, boynum tutuldu ilaç, iğne tedavi almam gerekiyor.
Bir kadın girdi içeriye, avaz avaz, telaşla telefon ile konuşuyor.
Yanında kocası olduğunu anladığım, aciz adam kadının arkasından koşturuyor.
Kadın hareket halinde, oradaki hastalar umurunda değil, bağıra bağıra telefonda konuşuyor.
Acıbadem olur mu, kalp falan diyor, babam diyor eyvah diyorum, babası kalpten hastalandı, telaş içinde ne yapacaklarını bilmiyorlar ve anlamaya çalışıyorlar..
Kadının kimse umuru değil.
Ah canım diyorum, babası için sağlık merkezi ve hastane sorunu olan Bodrum'da, kadın ne yapacağını bilmiyor diyorum.
Yüzü gözü ter içinde, ağız kenarları ıslak, telaşlı diyorum.
Kadın yanıma doğru yaklaşıyor ve telefondaki kişiye, babam 76 yaşında, arsası var, satılık, satmak istiyoruz, müşterisi var, çok acil rapor almamız gerekiyor diyor.
Anlıyorum ki akıl sağlığı yerinde diye rapor alacaklar..
Anladım ki! O telaş mal mülk.
Anladım ki! O ter, o telaş para.
Babaya arsayı satalım dediler ve arsayı sattıracaklar.
Kocasına kocaman sesi ile bağırdı.
Özel hastaneden alınan akıl sağlığı raporu geçmemiş, devlet hastanesi raporu gerekiyormuş.
Koca da üzüldü tabi.
Çabuk olun öyle ya, vazgeçer falan.
Hayat bu, keser döner sap döner.
Ah canım diyorum;
Sizin çocuklar da size aynısı yapacak.

Not 5: YÖK, hangi üniversiteye, hangi fakülte ve bölümlerin açılması konusunda ilgili sektörlerden görüş sormaktadır. Fakat, buna rağmen doktor, avukat veya farklı mesleklerde ihtiyaçtan çok fazla mezun verildiği gerçeği de buz gibi karşımızda.
Örneğin, ülkemizde pilot ihtiyacı varken Havacılık Yönetimi, Sivil Hava Ulaştırma Hizmetleri, Sivil Havacılık Kabin Hizmetleri adı altında bölümleri açarak yüzbinlerle ifade edilen ücretler alan bazı vakıf üniversitelerinin ‘fabrikasyon‘ mezun vermesi hiç bir işe yaramamakta, sadece bu ‘ticari’ sözde üniversitelere çuval dolusu paralar kazandırmakta.
Okuldan borç harç mezun olup, sonra iş bulmak için özel sektöre başvuran ve iş bulamayan, sonra da devletin kapısını (İŞKUR) çalmaktan başka çaresi olmayan binlerce gencin ve ailelerinin içinde bulunduğu durumu sayılar gösteriyor. Havacılıkta çağ atladık, dünyanın en önde gelen devletlerinden biri de biz olduk diyoruz, ama bu sektörde de işsiz binlerce diplomalı gencimiz bulunuyor.
Örneğin kabin memuru olmak için can atan diplomalı genç kızlarımızın asgari ücretle sekreterliğe bile razı olmasını kim nasıl izah edebilir? Havaalanlarında
havayollarında, yer hizmeti şirketlerinde ve havacılığın diğer tüm branşlarında alaylı ve mektepli olarak çalışanların sayısı 200 bini geçememişken, ülkenin bütün okullarından binlerce gencin eline diploma verip “Ne halin varsa gör “ diye sokağa salınması onların kaderi midir?
İŞKUR’a, iş bulmak için başvurup eli boş dönen gençlerin “İşsizlik Ödeneği” adlı yardıma başvurması da ayrı bir dram.
İŞKUR’un verilerine göre, 2023’ün Ocak-Haziran döneminde toplam 826 bin 588 kişi işsizlik ödeneği için başvuru yapmış.
İşsizlik başvurusu yapanlardan yalnızca 362 bin kişi ödenek almayı başarmış.
İşin ilginci işsizlik ödeneğine başvuranlar arasında üniversite mezunu olanların sayısı 188 bin kişiye kadar çıkmaktadır.
Resmi olarak 3 milyon 337 bin kişi olan işsizlerin gerçek sayısının 9 milyonun üstünde olduğunu araştırmalar veriyor.

Not 6: Kadınlar, ilişki sınırını bilmiyorlar.
Kadınlar, erkekler onlar için dünyaya geldi sanıyorlar.
Siz başkasının, el alemin adamının, o güne kadar "yaşadığı hayatı kapmak" için neden çabalıyorsunuz ki.
Bu ne cüretkarlık denilecek kadar, kadınlık hacminiz ve haklarınız ne kadar büyümüş.
Ne hakla.
Ne münasebetle.
Gönül penceresinden ansızın bakıp geçti, diye besteler yapan adamlar, sizi görse tek satır beste yapamazlar.
Hepinizi toplayın bir bütün etmezken, adamlara yaptığınız "mobing" ayıp değil mi?
Adamların paçalarından çeke çeke bir hal oldunuz.
Ve bir de utanmadan video çekenler var.
Paralı erkek istiyor, evi olsun, arabası olsun teknesi olsun istiyor.
Maaşlı adam istemiyor, ona lüks hayat yaratsın, bol para harcasın öyle erkek arıyorlar.
Bu kadınlara, senin niye paran yok diye soran yok.
Fakir kadın, ne zaman arsız oldun diye soran yok.
Sen bütün bunları istiyorsun da, karşılığında verecek neyin var diye soranda yok ki.

Not 7: Zaman ve her şey o kadar değişti ki, kimse bıraktığın yerde kalmıyor.
Kimse son cümlesinde kalmıyor.
Sana, sevgiler methiye eden insanlar kalmıyor.
Sana hatır soran insanlar kalmıyor.
Senden bir şeyler rica edenler, hatta yalvaran insanlar kalmıyor.
Sana, hediye alan, bunu gönülden sayan insanlar kalmıyor.
Karşılığında ne beklemiş bilinmez ama, sonunda aklından geçenler ne ise, kalbi de hareket edip oraya taşınmış.
Nakliye bedava tatlım, taşınıyorlar iste.
Hani sıkı sıkı sarılmıştır, çok
dost, çok candık.
Bu konuda çok dertli insanlar var.
Kimse yerinde durmuyor, bıraktığın yerde kalmıyor diyorlar 
Benim gibi yapın.
Kim nereye taşınıyorsa, adresini sormayın.
Bırakın sorunları, dertleri ile gitsin.
Haydan gelen huya gitmiştir deyin.
Kimse için canınızı sıkmaya değmez.
Olması gereken yere koyun.
Demem o ki.
Bir de ona küçük ders verin.
Melek kalpli gibi, pamuk kalpli gibi davrandı, beni kandırdı deyin.
Ve story’den sizi röntgenlemesine izin vermeyin.

Not 8: Park ve bahçelerde, alkol kullanımının yasaklanmasını gönülden alkışlıyorum.
İstanbul Valisi beyefendiyi tebrik ediyorum.
Ve teşekkür ediyorum.
Birinci dünya ülkelerinde, 21 yaşından küçüklere içki satılmıyor.
Amerika'da git bakalım, sana içki satıyorlar mı?
Satılması özgürlük falan da değildir, medeni dünyada bile bunun sınırı vardır.
Konunun; 
Festivallerle ne alakası var,
Alkolden alınan vergilerle ne alakası var.
Konuyu saptırmayın.

Not 9: İnsanlar duygusal anlamda karmakarışık oldu.
Ve tepetaklak olan ekonomi.
Pahalılık.
Sanki, yokuştan inerken aşağıya ayağınız kayacak duygusu vardır ya, tam da işte öyle.
Telaş edersiniz.
Yokuş telaşı.
Ayağım kayacak telaşı.
Bütün yazı gözlemledim.
Aynı telaş var.
İnsanlar bildikleri gibi yaşamadılar, öyle olunca da ne yaşadıklarını bilemediler.
Öylesine bir telaş var ki insanlarda.
Araba park edecekler, arabanın içindeki tüm insanlar kafalarını sağa sola çeviriyor, boş yer bulacaklar telaşı.
Markette, ana ve baba ne alacağız telaşı ile ayrı ayrı koştururken, çocuklar da sağa sola koşturuyor.
Kasa önünde, kuyruklar var, sepetten telaş içinde inen ürünler, telaş içinde torbalara konuyor, alışveriş telaşı.
Denizlere, plajlara ve iskelelere gelen aileler hızla şezlong ve şemsiye kapma telaşında, vücut ve baş hareketleri kontrolünü kaybediyor, kapma telaşı.
Pazarlardaki, sebze meyve ve karpuz alışverişinde insanların temaslarını görmeniz lazım.
Ne yiyeceğiz telaşı.
Ya.
Nereye gideceğiz telaşına ne demeli.
Seyahat etmek, hep bir yerlere gitme telaşı var.
Seyahate gidiyorlar dönüyorlar, daha bavulu açarken, çamaşırları yıkamaya başlamadan şimdi nereye gideceğiz telaşı.
Bir arkadaşım var, her gün ama her gün “planın ne” diye? soruyor.
Planım yok diyorum, şaşırıyor ve yılmadan tekrar soruyor.
Planım evim, evde kalmak, evimde oturmak ve yaşamak istiyorum diyorum.
Telaşım yok diyorum.
Tuhaf bir filmin, her karesi telaş dolu, feci yorucu, o filmin karelerini seyreder gibi seyrediyorum.
Bu telaş havası, insanları savuruyor farkında değiller.
Ahlaken savrulanlar var.
Olmayan ahlakın telaşı.
Kadın torunu var, her gece barda dolaşmak istiyor, eğlenmek istiyor ve erkek derdi var, telaşı var yani.
Bazen gereksiz ve saçma telaş içinde ki bu insanlara sormak istiyorum.
Sizler hayatın nesisiniz.
Telaşınızın hacmi ne kadar büyük.
Gördüğüm, şahit olduğum telaşlara bakınca.
Bi durun! diyesim var.
Bi durun!
Tabiata bakın, tabiat ananın en kıymetli evlatları olan ağaçlara bakın.
Oturun.
Susun.
Dinleyin
Bi durun!
Telaş yok. 
Allah aşkına diyesim var.

Not 10: Su böylece tükenmeye devam ederken, foşur foşur araba yıkamaya son vermeliyiz.
Bahçeleri sulama konusunda, dikkat eden yok.
Anlayacağınız sancılı günler bekliyor bizi.
Kovid günleri, her gün hasta sayısı gün gün veriliyordu.
Bence;
Su çok önemli.
Hijyen olarak çok önemli.
Hastalıkta çok çok önemli.
Bir ricam var, lütfen.
Her gün, il il su miktarının ne kadar kaldığının paylaşılması gerekiyor.

Not 11: Kapıldım bir kere seyrine sevdanın.

Not 12: Şu anda Türkiye’de can çekişmeyi uzatma mücadelesi vermekten yana olanlarla can çekişmeyi uzatmama fikrine rağbet edenler arasında bir tavır farkı var. Bazıları diyorlar ki: “Mümkün olduğu kadar uzun can çekişelim.” Bir kısmı da “Bırakın ne olacaksa olsun” diyor.

İsmet Özel

Not 13: Tanımı ne olursa olsun eğitim, sonunda sizi uyumlu birine değil, benzersiz bir bireye dönüştürmelidir. Büyük güçlükleri göğüslemenize yardım edecek, size yaşamınız boyunca yol haritası olacak özgün bir ruh katmalıdır. Ruhsal anlamda zengin; nerede olursa olsun, kiminle olursa olsun, yaptığını seven biri olmanızı sağlamalıdır. Neyin önemli olduğunu; yaşamayı ve ölmeyi öğretmelidir.

Not 14: İnsan insanla  karşılaşmakla büyür. Buna "karşılaşma yoluyla iyileşme" diyebiliriz. İnsanı insan yapan konuşmadır, insan söz sayesinde insan haline gelir. Karşılıklı yüz yüze konuşmanın, birbirini gerçekten işitmenin olduğu her yerde şifa vardır.

Not 15: Dünya farklı bir istikamete doğru ilerleyedursun, bizim toplumumuzda ebeveynler tuhaf bir şekilde yanlış yöne bakıyor. Asıl olanın okul başarısı değil, hayat başarısı olduğunu unutuyoruz. Okul, çocuğu hayata hazırlamak için, minör ölçekte bir topluluk içinde başkalarıyla birlikte yaşamayı, işbirliğini ve dostane mücadeleyi, cesareti, gayreti, direnişi, katkıda bulunmayı ve ilham almayı öğrenebileceği bir ön saha. Hayatın eli bir hayli ağırdır, biliyoruz. Çocukların duygusal ve ruhsal bakımdan –bizim de pek aşinası olmadığımız– bu yeni dünyaya hazırlanması gerekiyor. Fiziksel ve zihinsel gelişim de hayat başarısının göz ardı edilemeyecek unsurları elbette ancak nihai kertede başarılı bir hayat, duygusal açıdan bizi doyurabilmiş, sevgi alıp sevgi verdiğimiz, başkalarının hayatında faydalı ve güzel izler bırakabildiğimiz, insanların bizim yaşamımıza güzellik ve ilham kattığı onarıcı yaşam deneyimlerinin hülasasıdır. Akademik puanlamalarınız, maaş bordronuzdaki veya gelir tablosundaki yüksek meblağlar başarılı bir hayatın ölçüsü olamaz. 

Sevme ve algılama süreçleri sakatlanmış, duygusal açıdan örselenmiş ve iyileşememiş insanlar, hayatın (topluluğun içindeki birey olarak değil, kendi biricik hayatlarının) kaybedeni olmaya namzettir. İnsan hayatının gayesi, büyümek ve olgunlaşmak olduğuna göre bu yetkinleşmeyi sağlamayan tüm yaşamlar hakikatte başarısızdır. Ve kişi kendi yaşamını, insanlar arasında iyiyi, yüceyi ve güzeli, sevgiyle ve emekle büyüterek yetkinleştirebilir. İnsan yaşamı, sürekli bir yeniden bilme, keşfetme, onarma sürecidir. Hem ailedeki hem de okuldaki eğitimin öncelikle bu yetileri güçlendirmesi gerekiyor.

Not 16; Tanımı ne olursa olsun eğitim, sonunda sizi uyumlu birine değil, benzersiz bir bireye dönüştürmelidir. Büyük güçlükleri göğüslemenize yardım edecek, size yaşamınız boyunca yol haritası olacak özgün bir ruh katmalıdır. Ruhsal anlamda zengin; nerede olursa olsun, kiminle olursa olsun, yaptığını seven biri olmanızı sağlamalıdır. Neyin önemli olduğunu; yaşamayı ve ölmeyi öğretmelidir.

Not 17: Aniden kalkıp gidenler için, "kaçtı" denmesi tuhaf. Kalarak da kaçılamaz mı? (F. BEIGBEDER / Bir Fransız Romanı)

Not 18: Söylediğiniz bir şeyin doğru anlaşılma ihtimalinin yanlış anlaşılma ihtimalinden çok daha az olduğu bir devirde yaşıyoruz. Her gün çeşitli mecralarda yanlış anlaşılmaktan muzdarip halde meramının aslında ne olduğunu anlatmaya çalışan bir çok insan görüyorum. Neden böyle? Eskiden de böyle miydi? Böyleydi de, şimdiki gibi kayda geçmediği için mi gözümüze batmıyordu bu durum? Yoksa tam böyle değildi de şimdi mi böyle oldu? Daha mı yatkın durumdayız şimdi birbirimizi yanlış anlamaya?

Not 19: Hiç kimse meramını anlatmaya çalışmayacak mı? Yanlış anlaşılırım, hırpalanırım, Allah muhafaza linçe filan uğrarım diye herkes geri mi çekilecek? Eskiden ‘dilin kemiği yok’ diye izah ediyorduk bazı şeyleri, klavyeler dillere rahmet okutuyor. Klavyelerin geçtim insafı, izanı, duracağı herhangi bir yer yok. Herkes herkesi saniyesinde harcayabiliyor; orada mı, değil mi, söylenenden haberi var mı, yok mu, yargılarım hakkaniyetli mi, değil mi diye hiç düşünmeden.

Noktayı koysun diye, merhum Cahit Zarifoğlu ağabeyimize bırakalım sözü:
“Bizi hoş görünüz/ Sabırlı olunuz/ Çocukları dövmeyiniz/ Zinhar beddua etmeyiniz/ Sui zan değil hüsnü zan ediniz/ Ve acaba ikaz ettik hata mı ettik?”

Not 20: Her krizde bunun ârızî olduğuna inandırdık kendimizi. 2008-2019 arası ise daha düşündürücü oldu. Mortgage Krizi’ni aşmak için basılan akıl almaz karşılıklı paraların köpürttüğü dünyâda yaklaşık 10 senelik sahte bir mutluluk devri daha yaşadık. 2019 Krizi ve arkasından yaşanan Pandemi, dünyâ ekonomisini perişan etti. Son 3 senedir toparlanma emâresi görmek bir tarafa, her sene daha da kötüye gidildiğini görmekteyiz. 2010’ların balayıları devâm ederken bunu yazıyor ve söylüyorduk. O zaman bizleri eleştirenler bedbinlikten mustarip olduğumuzu söylüyorlardı. 2019’u kerteriz noktası alırsak, gidişâtın insanlığı, küresel bir yıkım doğurması mukadder olan bir savaşlar çağına sürüklediğini iddia etmek artık bir bedbinlik gösterisi olmanın çok dışına çıktı; bunu ifâde etmek de vak’ay-ı âdiyeden oldu.

Not 21: Ekonomik krizler ekonomik daralma, durgunluk ve çöküş gibi dramatik göstergelerle anılır. İlk evre, yâni durgunluk, ekonomik değer üretmek güdüsünün düşmesidir. Üretim kapitalizminde bu, mâhut arz-talep dengesizliği sebebiyle dönemsel olarak sıklıkla yaşanmıştır da. Ekonomik değer kaybı sâdece ekonomiyle sınırlı kalmaz. Başta ahlâkî olanları da tekmil değerleri de gözden düşürür. Topyekûn bir değer kaybıdır bu. Kapitalizm çok defâ militarizmleri devreye sokarak, hem teorik-ideolojik hem de pratik taraflarıyla bunu çözmüştür. Bu süreç şöyle işler: Ekonomik krizlerin siyâsal- kültürel neticesi, günlük hayatlarda gerilim ve şiddetin yükselmesi, anlayış ve hoşgörünün azalmasıdır. Bunu demokrasilerden ve kalitesi iyice düşmüş olan siyâset sınıflarından kitlesel ölçeklerde soğumak, aşırı popülist sağların güçlenmesi tâkip eder. Müşterek düşman târif edilir ve emek askere çağrılarak savaş örgütlenir. Bu aslında ekonominin durmuş çarklarını çevirmek için yapılır. Çünkü savaş en yüksek talep patlamasını sağlar. Ardından ağır tahribatlar doğuran savaşlar yaşanır. Barış ise yıkılanı yeniden inşâ etmek adına ekonomik faaliyetleri yeniden canlandırmaktır.

Evet, kapitalizm bir durgunluk yaşıyor. Ama bu durgunluk, üretim ekseninde örgütlenmiş bir kapitalizmin durgunluğu değildir. İyice geriye gidecek olursak kriz, daha 1970’lerde başlamıştı. Târihsel olarak üretimin üssü olan Batı’da yaşanan, mâliyet artışı ve verimlilik kaybıyla seyreden bir düşüştü bu. Üretimi ucuz mâliyetli Asya’ya kaydırmak sûretiyle bunu telâfi etmek palyatif bir çözümdü. Ama en az 30 sene boyunca Batı’yı rahatlattı. Keyiflerince bastıkları sınırsız paralarla zahmetsiz olarak dünyânın artığını çekmeyi, üretim ve bütçe açıklarını kapatmayı becerdiler. Dünyâ üretti, onlar tüketti. Yetmedi, dünyâyı borçlandırarak yeni bir talan ekonomisini örgütlediler. Tabiî ki bunun bir sonu vardı. Çevrimlerdeki aksamalar kapitalizmi bugünkü noktasına taşıdı. Bunun adı, üretimde kaybetmiş ve tüketime alışmış kamuoylarına sâhip lümpen kapitalizmdir. Elinde kalan son iki güçten birisi olan finansal gücünü de, bugünden yarına olmasa bile kaybedeceği anlaşılıyor. Son gücü ise askerî. Bunu kullanarak dünyâda kontrolü yeniden sağlamak istiyor. Şimdi bu yazının en vurucu iddiasını ortaya koymak zamanı geldi: I. ve II. Umûmî Harpler, üretim kapitalizminin krizli çevrimleri üzerinden yaşandı. Soğuk Savaş bile üretim kapitalizminin akılcı disiplin ve örgütlülüğüne sâhipti. Dehşet vardı ama dengeleniyordu. Savaş vardı ama sıcak değil soğutulmuştu. Üretim rasyonalitesi diplomasiye de yer açıyor ve kimsenin kazanamayacağı toplu yıkım ihtimâlinin önüne geçiyordu. Bugün karşı karşıya olduğumuz tehlike, üretici vasfını kaybetmiş, kitleleri paradan para kazanmaya, karşılıksız basılan paralarla borçlanarak tüketmeye alıştırmış lümpen, lümpen olduğu kadar da şımarık, fütursuz, dar görüşlü kapitalizmin kriziyle muhatap olmamızdan kaynaklanıyor. Devletlerarası ilişkilerin yaşadığı anomi riskleri arttırıyor. Lümpen kapitalizmin üretim kapitalizminin insanlığa ödettiği bedelleri rahmetle yâd ettirecek derecede gözü kara olduğunu görüyorum. Lümpen kapitalizmin siyâsal kadroları, araya girip barışı nasıl kurarız diye düşünmüyor. Yaklaşık 1 milyon insanın öldüğü artık neredeyse kesinlik kazanmış olan Rusya-Ukrayna Savaşı’nı daha da azdırmak azim ve kararlılığında, seyreltilmiş uranyum taşıyan silâhların fütursuzca sâhaya sürülmesinden somutlaşıyor bu gözükaralık. Ukrayna’nın 500.000 evlâdını kaybettiğinin konuşulduğu yerde Stoltenberg’in yüzündeki donuk ve umursamaz ifâdedir bundan sonra yaşayacaklarımıza ışık değil karanlık düşüren..
Allah sonumuzu hayır etsin..

Not 22: Şurası kesin ki insan bedence hayvanın akrabasıdır, ruhça Tanrı’yla yakınlık kuramadığında aşağılık ve sıradan bir yaratık olur çıkar.

Seçme Aforizmalar, Francis Bacon

Not 23: Bu nedenle büyük ikiyüzlüler, daha zayıf bir tür olan devlet adamları türüne dahildir.
Denemeler, Francis Bacon

Not 24: “Rant vergisi”
DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın sosyal medya hesabından paylaştığı şu cümlelerine dikkatinizi çekmek isterim:
“Gıda, giyim, eğitim ve sağlık gibi bazı temel ihtiyaçlarda KDV’nin % 10’dan % 20'ye çıkacağıyla ilgili dedikodular duyuyoruz. Bu çok vahim bir hata olur. Bu sektörlerde KDV’yi artırdığınızda kayıt dışı artar, vergi tahsilatı düşer. Vatandaşlara da esnafa da zulmetmiş olursunuz.”
İnşallah bu dedikodu doğru değildir. Velev ki doğru… Böyle bir adım yerine “rant vergisi” uygulaması yapılsın.
Akşener’in de 26 Ağustos konuşmasında belirttiği üzere;
“Fakir fukaradan elinizi çekin, orta direği fakir etmekten vazgeçin. Kodamanlarınızın cebinden alın.”

Not 25: Muhtaç aylığı alanlar ve GSS primi hazinece karşılananlar ilave ücret ödemiyorlarmış özel hastanelerde.
Özel hastanelerin niçin kalabalık olduğunu şimdi anlamış olduk.

Not 26: Pazartesi günü dolar ve borsa açısından oldukça hayati bir gün olacak. Pazartesi dolar uçacak, borsa çakılacak demiyoruz. Ama pazartesi, piyasalar çok kuvvetli bir işaret alacak. Ve bu işaret okyanus ötesinden gelecek…

Zira Sayın Şimşek, Amerika’da Pazartesi Citibank, Salı Goldman’da yatırımcılarla bir araya gelecek. Bu iki toplantıdan çıkacak haberler dolar ve borsa için oldukça önemli bir dönüm noktası olacak.

Umarız hayırlı haberler alırız yoksa dolar ve bağlı olarak enflasyonda kışa doğru yeni rekorlar karşımıza çıkabilir.

Not 27: Rekabetçi olarak Türkiye’nin şu anda hiçbir şeyi ucuz üretemeyeceğinin yegane kanıtı Starbucks. Şu anda miktarına göre piyasadaki en ucuz kahveyi Starbucks satıyor. Yerli kahvecilerin hepsi daha pahalı.. Ve teknolojik hiçbir bileşeni de yok.

Not 28: Sadece sizin elinizdeki ürünün fiyatı artıp başka hiçbirşeyin fiyatı artmazsa zenginleşirsiniz. Herşeyin fiyatı artarsa zenginleşmez fakirleşirsiniz çünkü geliriniz onlara paralel artmıyor. Zenginleşme fiyatla olmaz, miktarla olur. Herkesin bunu kafasına koyması şart.

Not 29: Ruhunda bir güzellik yeşert, tüm baharlar kalbine hayran kalsın. Gönlünden bir dua et, dünya hep arkanda kalsın.

Not 30: İnsanlar bir şeyler biliyormuş gibi gazetelerde, 
televizyonlarda bir takım şeyler telaffuz ediyorlar. Bunların hepsi millet hayatını ifsâd eden, millet hayatına son vermeyi gözeten, millet hayatının mümkün olduğu kadar geniş gözenekli bir yapı arz etmesini sağlamaya matuf işler.

Not 31: Aldılar bulutları yorgun düşlerimizden,
Farkında mısın? Hayat gidiyor elimizden

Nurullah Genç  

Not 32: Eğer Allah'ı hakkıyla tanısaydınız, duanızla dağlar yerinden oynardı.

Hz. Muhammed (s.a.v)

Not 33: "Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin."
Zumer 53

Not 34: Bir ölüm vefalı bir de sonbahar.. İçimiz hep bir hoşcakal ülkesi...

Cahit Zarifoğlu

Not 35: Yazgının rengi sana koyu gelebilir, lâkin boyacıyı unutma.

Not 36: ''Ben bu çağdan nefret ettim, etimle kemiğimle nefret ettim..''

- Cahit Zarifoğlu

Not 37: Bu dünya soğuk. 
Rüzgâr genelde ters yöne eser. 
Limon ağaçları kurur. 
Bahaneler hep hazır. 
Güzel günler çabuk geçer.
Cahit Zarifoğlu