Malum seçimler bitti. AK Parti’den devrolunan belediyelerde korkunç enkaz var. Hepsi borç batağında, maaşları ödeyemez durumlara gelmişler. Zaten SSK borçları falan hal getire. Üstüne milyon milyon harcanıp yapılan makam odaları rezaleti de başka boyutu. Nereden baksan israfçılar ve kamu kaynağını paşa gönüllerince hem harcamışlar hem de haksız zenginleşmişler. Eskilerin deyimiyle söyleyelim: Yağı bol bulan kasap, eline yüzüne sürermiş.
Belediyelerin yansı sıra bir de biliyorsunuz ıstakoz meselemiz var. Istakoz yiyen hanımefendi milletvekili sanki İsviçre’yi fethetmiş edasıyla karşılandı AK Partili vekillerce mecliste. Yazıklar olsun. Ar damarı çatlamış utanma duygusunu kaybetmiş bir vekil ve halktan tamamen kopmuş bir kısım arsız AK Partili milletvekili gürûhu. Millet ucuz ekmek kuyruğunda bunlar ıstakoz yiyen vekili tebrik kuyruğunda. Allahtan korkmaz kuldan utanmazlar.
Ne demiş peygamberimiz: Utanma duygusu imandandır. Hani elimizde iman ölçer yok ama yaşantıları ve davranışları sorgulanmaya muhtaç.
Hem belediye borçları hem de Şebnem Bursalının ıstakoz sonrası meclis grubunda sırıtan fotoğrafları ve tebrik mesajları çerçeveletilip halkın gözüne dört yıl boyunca bu israf ve görgüsüzlük sürekli gösterilmeli, mütemadiyen zihinlere nakış nakış işlenmeli. Bu nasıl bir yüzsüzlüktür!
Siz ekmeğe muhtaçken bakın bunlar neler yapmış, diye halka anlatın. Böylesi malzemeler siyasette ele mi geçer? Halkın parasıyla halka efendilik eden ve yolsuzlukla yedi kuşak evlat torunlarını zengin edenleri her daim halka teşhir edin. Halklar balık hafızalıdır, unuturlar. Siyasetçinin halkına görevi yetim malına el uzatıp lüks sefahat içinde yaşayan utanmaz yöneticilerini ve politikacıları sırıtan fotoğraflarıyla halkın kolektif zihnine işlemektir. İşleyin ki; bir daha kimse bu ülkede milletin oyuyla millete efendilik yapmaya cesaret etmesin ve milletin parasını yemek masasına meze, torunlarına miras eylemesin.
Bir iktidar bütün kademleri ve bileşenleriyle suça bulaşmışsa hukuka dönemez. Günden güne daha despotik olmak zorundadır. Günün sonunda devrilmesine de artarak devam edegelen kötülükleri ve suçları sebep olur.
Kimse bunlardan fabrika ayarlarına, hukuk düzenine, ehliyet liyakat düzlemine dönüş beklemesin. O nedenle iktidarla görüşmesine de gerek yok muhalefetin. Muhalefetin tek görevi bunları indirip halkına devletini geri vermektir; yıllardır ülkenin içinden geçen müesses nizamla uzlaşmak değil.
Son söz: Çiftçiler, inşaatçılar, temizlikçiler. Yapay zekanın yok edemeyeceği 3 meslek..
Tadımlık: Restoranları, kafeleri, marketleri suçlayan suçlayana. Aşağıda TCMB M2 para arzını takip edin; 14 trilyona yaklaşmış. TCMB habire piyasaya para akıtıyor. Para artıyor, üretim artmıyorsa bilin bakalım ne olur? Enflasyon. Herkes bir şey alma derdinde. Hiç üretim yapmak isteyene rastladınız mı?
Not 1: Ben gerçeğin peşindeyim, kimin söylediği önemli değil. Ben adaletin peşindeyim, kim için veya kime karşı olduğu önemli değil. Ben eğitimli değilim, herhangi bir alanda da uzman değilim. Ama samimiyim ve samimiyetim benim referansımdır.
Malcolm X
Not 2: Bazen sıradan, işportaya düşmüş bir kitabın ‘günlük hayatınıza’ kalıcı etkisi ve büyük yararı olur. Bazen de hiç ummadığınız satırlar ufkunuzu açıverir. Belki o yüzden elime her geçen kitabı karıştırmayı severim. Nice işime yarayan bilgi veya malumatı böyle kitaplardan not etmişimdir.
Yıllar önce işportada ‘salakça kehanetler’ diye bir kitap görmüş ve büyük merakla hemen almıştım. Sadece kehanetlerden değil salakça, ahmakça davranışlardan da söz ediyordu. O basit kitapta yer alan kehanetler sonradan birkaç yazıya, sohbetlere konu ve malzeme oldu. Kehanetler hep isabetli olacak değil ya…
İşte onlardan birkaçı; ABD Patent Enstitüsü Müdürü Charles Duell 1899 yılında aynen şunu söylemiş: ‘İcat edilebilecek her şey icat edilmiştir’. Ne öngörü ama (!)… Bilgisayarı icat eden IBM’in yöneticisi Thomas Watson’ın 1943’teki kehanetine bakın: ‘Dünyada belki 5 bilgisayarlık bir pazar ancak var’. Daha yakın tarihten, Digital Equeipment Corporation’ın kurucusu Olsen de fena yanılanlardan: ‘İnsanların evlerine bilgisayar almak istemeleri için hiçbir sebep yok’.
Hazretlerin ömrü vefa etseydi her evde bir bilgisayar olduğunu, hatta akıllı telefonla cebe girdiğini görürdü.
Oxford gibi üniversitede profesör olan Erasmus Wilson 1878’de ‘Bu yılki Paris Fuarı bittiğinde ‘elektrik ışığı’ da onunla birlikte bitecek ve bir daha sözü edilmeyecek’ buyurmuş. Literary Diegst Dergisi’nin 1899’daki kehaneti de ilginç: ‘Otomobilin elbette bisiklet kadar kullanımı olmayacak’.
Gelecek üzerine, sosyal olaylar hakkında kehanetleri tutturmak zor elbette fakat teknoloji alanında bu kadar çuvallamaları bizi tebessüm ettiriyor.
Bir de güncel bir kehanet… Bir astrolog CNN gibi bir televizyonun ciddi bir programında 31 Mart İstanbul seçimi üzerine kehanette bulundu: ‘Ekrem İmamoğlu kaybedecek, AK Parti güçlenerek devam edecek. Murat Kurum’un haritasında bolluk bereket görünüyor’. Kurum da burcunun özelliklerine dikkat çekerek ‘Ben de liderlik şeyi var’ demişti.
Yorum ve öngörü başka yıldızlara baktığınızı söyleyerek işkembeyi kübradan sallamak başka.
Amacım kehanetler üzerine düşüncelerimi yazmak değil. Yazıya hoş ve tebessümlü bir giriş olsun istedim. Kütüphanemi karıştırırken elime bir kitap geçti, ‘Doğru bildiğiniz yanlışlar’ diye. Tekrar göz attım. Bugün çarpıcı örneklerle ondan söz etmek niyetindeyim. Farkındayım; çok iddialı bir isim… Hakan Büyükdere’nin derlediği çalışma öyle derin ve ağır konuları içermiyor. Genel olarak günlük hayatta karşılaştığımız hususlar.
Gerçekten doğru bildiğimiz kulaktan kulağa aktarılan çok yanlışlarımız var. ‘Hayat kurtarır’ denen bazıları aksine hayatınıza mal olabilir. Sözgelimi ‘Kırsalda bir arkadaşınızı yılan soktu’ ne yaparsınız’. Bize söylenen zehirli kanı emerek tükürmek idi. Tıp otoritelerinin kaleme aldığı ilk yardım kitabında tam tersini gördüm; ‘Sakın ha bunu yapmayın. Siz de zehirlenir, hastanelik olursunuz. Zehirlenen kişi tek iken iki olur’ diyordu.
Kitap okumak gözü bozar mı?
Yanlış bir cümle… Doğrusu: ‘Göz doktorları kitap okuduğu için gözünün bozulduğunu söyleyen hastalarla sık karşılaşır. Görme sorunları daha çok okul çağında ortaya çıkar ve bunun okumakla doğrudan bir iligisi yoktur. Çok okumak gözü bozmaz. Uzun süre bilgisayara bakmak da gözü bozmaz. Bilgisayardan yayılan ışınların göze zararı yoktur.
Göze çayla pansuman yapmak doğru mudur?
Vaktiyle gözümde bir rahatsızlık olmuştu. Bir arkadaş demlenmiş çayla pansuman yapmamı söylemişti. Meğer haklıymış; Kitaptaki bilgiye göre: ‘Demlendikten sonra uzun süre beklemiş çayın içinde antiseptik maddeler oluşur. Bunlar neredeyse antibiyotik görevi görür. O yüzden göz arpacığı, kirpik dibi iltihabı ve göz nezlesine çayla pansuman çok iyi gelir. Akşam demlenmiş çayı bekletip sabah pansuman yapmak en doğrusudur’.
İki örnek de gözden oldu. Sebebi var elbette… Yazarınızın gözleri bozuk. Yakında katarakt ameliyatı olacak. İnsan derdine deva arar. Nerede sıkıntısı varsa oraya yönelir. Kitapta da benim ilk dikkatimi çeken yerin gözle ilgili olması doğal. Göz toplumda yaygın rahatsızlık…
Saçlar kökünden kazınırsa daha gür çıkar mı?
‘Hayır’ diyor kitap, bu yanlış bir inanç. Doğrusu ‘Saçların gür çıkmasının kazımakla ve sık yıkamakla ilgisi yoktur. Saç budanan ağaçlara benzemez’. Çimlere de benzemiyor demek ki… Halk arasındaki rivayete inanarak birkaç defa saçlarımı kazıdım, daha gür çıksın diye. Bu kitabı okumuş olsaydım yapmazdım.
Kitabın sayfalarını çeviriyorum, her madde ilgi çekici fakat paragraflar halinde uzun uzun yazmak mümkün değil. Kısaca sağlıkta doğru bilinen yanlışları cümleler halinde aktarayım:
‘Mandalina ve portakal gribe iyi gelir. / Cereyanda durursan hastalanırsın. / Terli terli su içilmez / İğne haptan daha tesirlidir. / Taşta oturursan böbreklerini üşütürsün. / Tansiyon yaşla artar. / Dondurma yersen boğazın ağrır. / Sinir kilo yapar. / Diyet ürünler kilo yapmaz. / Bazılarına su içse yarar. / Hareketli çocuk akıllı olur. / Midem büyük olduğu için çok yiyorum. / Kanser bulaşıcı bir hastalıktır. / Acı turşu şekeri düşürür. Uzmanlar bu cümlelerin yanlış, doğrunun farklı tam zıddı olduğunu söylüyor.
Çok su içmek zayıflatır mı?
Ben su ihtiyacı hissetmeksizin bol su tüketmeyi alışkanlık haline getirdim. Metabolizmayı daha iyi çalıştırdığının hissediyorum. Zayıflamaya da katkısı olduğunu düşünüyordum. Meğer ‘yanlış’ imiş. Doğrusu: ‘Belli bir diyet ve egzersiz programına bağlı olmadan tek başına çok su içmenin zayıflatıcı bir etkisi yoktur. Gün içinde hafif bir açlık hissettiğinizde bir büyük bardak su içmek belki de o an için iştihanızı kesebilir ve sizi gereksiz kalori almaktan koruyabilir. Suyun kilo kaybettirdiğine dair bir kanıt olmadığını söyler doktorlar: Çorba gibi su içerek sıvı yiyecekler tamamen doyurur. Fakat sadece su içmek aynı etkiyi yapmaz. Susuzluk ve açlık mekanizmamız iki farklı şeydir’.
Mesele kilo değil. Vücuttaki bütün organlar sıvı içinde yaşadığından onları bol bol sulamak veya susuz bırakmamak. Aşırı su öldürür de… Su ile metabolizmayı boğup intihar etmek mümkün. Bol su ama ölçüyü kaçırmadan…
Et yemekleri yanında ayran içmek daha sağlıklı mıdır?
‘Hayır’ diyen uzmanlar ve bu yanlış cümleyi şöyle düzeltiyor: ‘Et ve ayranı hatta yoğurdu bir arada tüketmemek gerekir. Etteki demirin emilimini ayrandaki kalsiyum azaltır. Et yemekleri C vitamini ile birlikte yenirse emilim artar. İçinde maydanoz ve biber olan bol limonlu salata en doğrusu. Böylece etteki demirden maksimum fayda sağlanır’.
Günlük hayatta kolayca uygulanabilecek pratik bir bilgi.
Ispanağı yoğurtla mı yemek gerekir?
Doktorların buna da itirazı var. Çünkü ; ‘Ispanakta da demir vitamini olduğundan yoğurtla yenmemesi gerekir. Sadece ıspanağı değil içinde demir olan hiçbir yiyecek yoğurt ve ayranla tüketilmemeli’.
Son bir bilgi… Sağlık ve gıdadan değil. Yangın merdivenleri neden düz değil de dönerek inşa edilir? Meğer sebepsiz değilmiş, ilginç bir nedeni varmış: ‘Yangın merdivenlerinin düz olmamasının sebebi atlardır. Motorlu araçlar kullanılmaya başlamadan önce itfaiye binalarının altında arabaları çeken atlar beslenirdi. Ve bu zeki hayvanlar kısa sürede düz merdivenleri tırmanmayı öğrenmişlerdi…’.
Bugün at falan kalmadı peki niye düz değil? Alışkanlıktan… Tren rayları, füzelerin taşındığı rampaların bile standart ölçülerinin sebebi atlar… Kriter iki atın genişliği…
Gördüğünüz gibi kitapçı dükkanında gördüğünüzdü burun kıvıracağınız kitaplardan bile öğrenilebilecek çok şey var. Basit bir kitap, doğru bildiğiniz yanlışı düzeltebilir. Ve yeri gelir hayatınızı bile kurtarır…
‘Doğru bilenen yanlışlar’ konusu üzerine ne kadar çalışma yapılırsa o kadar iyi… Pratik bir el kitabından, ansiklopediye kadar…
Not 3: ABD, faiz indirimi sürecine girmeden ve hatta bu sürece girmesinin üzerinden birkaç ay da geçmeden, Türkiye’nin rahat bir sürece girmesi imkan dahilinde değil.
ABD’deki kelebek kanatlarını çırpmaksızın Türkiye’ye bahar gelmesi pek de olası değil.
Yüksek faiz ortamı, uzunca bir süre hayatımızda olmaya devam edecek. Bizim tahminimiz, 2025’in (evet… 2024 değil; 2025) üçüncü çeyreğinden önce Türkiye’de herhangi bir faiz indirimini görmeyeceğimiz yönünde. Dolayısıyla kredi faizleri de yüksek kalmaya devam edecek. 2022’de 1.500.000’dan 2023’te 1.225.000 adet seviyesine gerileyen konut satış adetleri, muhtemelen 2024 sonunda 1.100.000 seviyelerine gerilemiş olacak.
Bu da ister istemez konut piyasasında satış fiyatlarını aşağı yönlü baskılayan önemli bir unsur olacak.
Daha önceki yazılarımızda da bahsetmiştik: Konut fiyatları, oldukça uzun bir süredir, hatta tam tarih vermek gerekirse Haziran 2023’ten beri reel olarak geriliyor. Üstelik bu, TÜİK’in açıkladığı enflasyon verisine göre bu şekilde…
Bir başka deyişle, yine geçmiş aylarda da yazdığımız gibi, konut fiyatları Dolar bazında da geriliyor. Üstelik bu da şu anda kontrollü olarak yönetilen pariteye göre bu şekilde. Dolar-TL paritesi, doğal seyrine bırakılsa, konut fiyatlarının Dolar bazındaki düşüşünün daha da sert olduğunu görürdük hepimiz.
Yüksek faiz ortamında, bu düşüş -ki aslında buna bir “düşüş” demektense “ait olduğu seviyeye geri dönüş” demek daha doğru olacaktır- devam edecektir. Pandemi ertesinde, Temmuz 2020’deki düşük faizli konut kredisi kampanyası ve ardından gelen, baskılanan faiz ve Dolar-TL paritesi ile eşlenik giden (ama Tüik tarafından ısrarla gizlenen) hiperenflasyon ortamından sonra yapay şekilde şişen konut fiyatları, zamana yayılmış bir şekilde, ağır ağır reel olarak eski seviyesine geri gelecek.
Bu, zaten yaşanması kaçınılmaz olan bir durumdu ve şimdi de yaşanıyor.
Artık yeni bir piyasanın içerisindeyiz, dünya ekonomisi yeni bir yöne doğru evriliyor ve elbette biz de üretmeyen, üretmeyi bırakmış bir ülke olarak bu evrilmeden istisnai şekilde olumlu ayrışacak değiliz.
Öğlen yenen hurmaların, gece olduğunda mideyi tırmalamayacağını sanmak, elbette gerçekçi olmazdı…
Not 4: Bayram tatilini Avrupa'da geçiren herkes, sosyal medyasında Türkiye'deki fiyatlarla Avrupa'daki fiyatları karşılaştırmış. Özellikle kafe ve restoranların Türkiye'den hem ucuz hem de kalite açısından ne kadar yukarıda olduğunu yazmışlar. Haksız değiller.
İşin ilginç tarafı sosyal medyada bu paylaşımları yapan sadece zengin kesim değil. Orta gelir seviyesinde olan ve ucuz uçak bileti bularak ailecek gezmek isteyenlerin tecrübelerini izlemek önemliydi. Kendi semtlerindeki restoranlar, kebapçılar, dönerciler, bakkallar, marketler ve diğer hizmetleri sağlayan işletmelerle Avrupa'daki benzerlerini karşılaştıran insanların çoğu "Hocam bu nasıl iş?" diye mesaj atmış. Herkese cevabı yazdım, size de yazayım.
En büyük hatamız döviz kurlarını kontrol etmeye çalışmamız. Dilimde tüy bitti anlatamadım. Dolar yükselince fiyatlar artıyor ama doları tutmaya çalışınca bu sefer fiyatlar daha beter artıyor. Çünkü 100 dolarlık mal ya da hizmet, enflasyon artarken döviz yükselmediği için TL cinsinden yerinde sayınca, bu sefer 150 dolara yükseliyor. Peki sonra ne oluyor? Genel seçimlerden sonra olduğu gibi 100 dolar 1900 TL iken 3250 TL oluyor, ancak malın fiyatı 4875 TL oluyor. Yani 1900'den 4875 TL'ye fırlıyor. Yani %156 artış. Halbuki yurt dışında aynı mal veya hizmet 100 dolardan 110 dolara çıkıyor. Elbette bazı mal ya da hizmetlerde oldukça yüksek artışlar var ama turistler için geçerli değil.
Bundan başka Avrupa'ya gidenler, spor ayakkabıdan gömleğe kadar her malı Türkiye'den ucuza alıyorlar. Aynı malın Türkiye'de %20 daha pahalıya satıldığına dair sayısız örnek var. Ayrıca havalimanında ya da sınır kapılarında vergi iadesi yapılıyor. Yani ne satın alırsak Türkiye'den en az %30 daha ucuz kalıyor. Kredi kartlarındaki taksitleri kaldırmak isteyen Merkez Bankası yönetimi hayattan bir haber yaşadığı için, harcamaların yurt dışına kaymasına sebep olacak. Yurt dışına çıkamayan bile seyahate çıkanlara ısmarlayacak. Hatta bu akım başladı bile.
Ülkemizin bu kadar pahalı hale gelmesine katkıda bulunan ölçüsüz göçmen akını ve milyonlarca yabancının yarattığı ekonominin de sonuna gelebiliriz. Çünkü yabancıların çoğu "Türkiye her yerden pahalı hale geldi" diyor. Bazı turistik tesisler daha çok yabancı ile döndükleri için tehlikenin farkına varıp fiyatlarını fazla yükseltmediler. Çünkü hareket etmeyen döviz kuruna bölünce İtalya, Fransa ve Yunanistan sahilleri daha ucuza geliyor. Bu arada THY'nin de hem uçak içi kalitesi hem de wifi dahil tüm hizmetlerinde aksama gözlerden kaçmıyor. Ülke hem pahalı hale gelirken, bayrak taşıyan havayolu şirketimiz kendi insanına en pahalı bileti satıp en eski uçakları reva görüyor. Hizmet kalitesinde gerileme var, dost acı söyler.