Bu topraklarda iktidara verilen sınırsız önemi anlatan çok sararmış bir öğüttür bu. Askerde onbaşı atanan, kendini Napolyon sanır. İş ortamında “müdür” olmak neredeyse tapılacak bir mevkiye kavuşmaktır; o “müdürlük” ne kadar külüstür olursa olsun.

Hele “koca devlet içinde bir yerlere gelmek”, öyle kolay anlatılacak bir coşku değildir. Bir de kentlerin, devasa kurumların, “yüce” bakanlıkların, hükümetin başına yükseldiysen... Artık orada söz biter; bizim gibi sıradan ölümlülerin pek anlayamayacağı “tanrısal” bir ruh hali oluşur.

Bizim memlekette en çok iktidara, güce tapılır. Kim baştaysa ve en güçlüyse o sevilir ve sayılır; en sık o affedilir ve en çok ondan korkulur. En çok ona yağ çekilir.

İktidar bu kadar kutsal olunca, iktidardan ayrılmak da haliyle o kadar “lanetlenmişlik” olarak görülür. Onun için kimse istifa onuruna layık olabileceğini aklına dahi getirmez. Yüzlerine tükürsen “Yağmur yağıyor” bile demezler çünkü dudakları kıpırdadığında yanlış yorumlanabileceğinden korkarlar.
Sadece susarlar. Zavallı pozlarda, alçakça ve inanılmaz bir yüzsüzlükle susarlar..

Malum, yerel seçimler yaklaşıyor. Mevcut belediye başkanlarının ezici çoğunluğu koltuğu koruma derdinde. Onlardan birkaç kat daha fazla kalabalık ise gözünü o koltuğa dikmiş, itiş kakış ilerliyor.

Bir seferinde genç bir belediye başkanının söylediği iddia edilen bir söz kulağıma gelmişti: “Ben ne yaparım yeniden seçilemezsem! Başka bir şey beceremem ki!”

Nedense hiç gülesim veya eleştiresim gelmedi bu sözü. Doğru olma ihtimali o kadar güçlü ki! Politikacılarımızın ve devlet yöneticilerimizin önemli bölümü, normal bir mesleği ve işi hakkıyla becerebilecek insanlara pek benzemiyor.

Onlardan fabrikada işçi olmaz; hemen ustabaşı olup buyurmaya ve kaytarmaya çalışırlar.

Çok konuşmalarına rağmen şair ya da yazar da olamazlar; çünkü “ki”leri ve “de”leri nerede birlikte nerede ayrı yazacaklarını öğrenmeleri asırlar sürer.

Herhalde bir fırında ekmek de yapamazlar. İhtimal, bir bostanda sebze de üretemezler. “Baş ol da istersen soğan başı ol!” öğüdüne uyarak “baş” olanlar, bir baş soğan bile yetiştiremezler.

Onun için iktidara ölümüne tutunanlara, oradan ayrılmamak için hayatını ortaya koyanlara, oraya gelmek için her türlü fedakârlığa hazır olanlara o kadar da kötü davranmayın! Belki başka çareleri yoktur gariplerin!..  

Yerel seçimler:

Nerede o eski yerel seçimler nostaljisi yapacak kadar sönük bir yerel seçim dönemi geçiriyor olabiliriz. Az sayıda Twitter siyaset bağımlısı, umutla bezenmiş (“wishful thinking”, hüsnükuruntu) analizlerini heyecanla paylaşmaya devam ediyor elbette. Hatta aday açıklamaları da bir hareketlilik yarattı. Fakat üç aydan az zaman kalmış olan yerel seçimlere henüz kitlesel bir ilgi olduğu söylenemez.  
Tabi son on yılda öyle yüksek dozlu seçimler atlattık ki, belki de normal düzey zaten bu olmalı. Fakat bu seçim için, baz etkisi dışında da bir talileşme söz konusu.
Yerel seçimler seçmen nazarında zaten talidir, genel seçme kadar mühim bulunmaz. Son seçimlerin muhalefette yarattığı hayal kırıklığının da katkısıyla siyasetle ilgilenmenin bir işe yaramadığı hissi de ilgisizliği katmerliyor.
Bunlar kadar yerel seçimleri talileştiren diğer bir faktör de yerel seçimlere yerel seçim gibi yaklaşılmaması. Yerel seçimlere en azından şimdilik genel seçim siyaseti ile muamele ediliyor. Genel seçimin zaten seçmenleri yorduğunu biliyoruz, bu yüzden seçmen için genel seçim konuları zaten cazip değil. Fakat daha da önemlisi beklentinin şu olması: yerel seçimin yerel kalması, havanın genel seçim iklimine dönmemesi.
Aslında genel seçimlerden anlamlı bir süre sonra yapılan seçimler bir tür güven oylaması olarak değer kazanabiliyor. Bu durum, genel seçim yerel seçim bağını kuvvetlendirebiliyor. Ancak son iki seçimdir, genel seçimden hemen sonra yapılan yerel seçimler buna imkân vermiyor. Bunun yerine seçimden yeni çıkılmış olması, seçimi kazanan iktidarın topal ördek kozunu ortaya koyması, bir muhalefet enerjisini oluşturmayı zorlaştırıyor.
Öte yandan, genel seçimlerin birincilliği, yerel seçimlere bir özgünlük alanı sağlıyor. Genel seçimlerde mecburiyet sorumluluklarını yerine getirmiş seçmenler için yerel seçimler bir serbestleşme alanına dönebiliyor. Genel seçimden hemen sonra gelen yerel seçimler, kemik oyların ve partizan oyların azaldığı, daha esnek oy davranışının arttığı ve elbette adayların öneminin daha fazla olduğu bir seçim haline gelebiliyor.

Diocletianus:

Yoksul bir ailede M.S. 245'te doğan, bir süre sıradan asker olarak çalışan, sonra İmparatorluk özel birliklerinin başına kadar yükselen Diokles, hizmetinde olduğu Numerian'ın ölümünden sorumlu tuttuğu Flavius Aper'i öldürdükten sonra 39 yaşında Roma İmparatoru olarak seçildi.
Sonradan kendine Diocletianus (Diokletianüs) dedirten yeni yönetici, yarım yüzyıl içinde 20'yi aşkın kez iktidar değiştirerek sallantılı bir dönem yaşayan (tarihçilerin “Üçüncü Yüzyıl Krizi” dediği 235-284 yılları) Roma İmparatorluğu’nu yeniden ayağa kaldırmayı başardı.
Ekonomik reformlar gerçekleştiren ve ordu başta olmak üzere devleti yeniden düzenleyen Diocletianus, çok büyük olduğu için yönetilemeyeceği kanısına vardığı ülkeyi ikiye böldü. Arkadaşı Maximianus'u Batı'nın başına imparator yaptıktan sonra Roma’yı terk edip Doğu’nun İmparatoru olarak başkent ilan ettiği İzmit'e (Nicomedia) yerleşti. Sonradan “Sezar” sıfatıyla iki yönetici daha seçti; biri kendi yardımcısı Galerius, diğeri de Maximianus'un yardımcısı Constantius oldu.
Ülkenin fiilen dörde bölündüğüne işaret eden tarihçiler, buna “tetrarşi” (Yunanca “dörtlü yönetim”) dediler. Ancak söz konusu “dörtlü”, uyumlu bir yönetimle devleti güçlendirmeyi başardı. (Diocletianus'un kurduğu otokratik yönetim döneminde devlet eliyle defalarca kitlesel katliamlar yapıldı, o da ayrı konu.)
İktidara gelmesinden 20 yıl sonra ilk kez Roma'ya giden 51. Roma İmparatoru, dönüşte ağır hastalandı. Bu sırada hayat ve iktidar üzerine yeniden düşünme fırsatı bulan Diocletianus, 1 Mayıs 305 tarihinde herkesi şaşırtarak gönüllü olarak iktidardan ayrıldı. (Maximianus'u da aynı kararı almaya ikna etti.)

Ve... Doğduğu Dalmaçya'ya göçerek Adriyatik Denizi kıyısındaki Split'e (bugün Hırvatistan'ın ikinci kenti) yerleşti. Orada çiftçiliğe başlayarak ölene kadar sebze yetiştirdi. Yönetime dönmesi için kendisine uzun süre yalvaranlar oldu; bunlar arasında bir ara işleri sarpa saran Galerius ve Constantius da vardı.

Kendisini iktidara döndürmek isteyenlere Diocletianus'un verdiği cevabın, tarihte eşsiz bir yeri olduğunu düşünüyorum: “Burada kendi ellerimle yetiştirdiğim lahanaların ne kadar lezzetli olduğunu anlayabilseydiniz, beni başka bir iş yapmak için zorlamazdınız!”

Bilge kralla karşılaşsam “Koca iktidarı bir lahana tarlasına nasıl değiştin be usta?” diye sormak isterdim. Cevabı ne olurdu sizce!

Tekno-Feodalizm: 

Genel olarak tüketici haklarının çok aşındığı ve büyük şirketlerin hepimizi istismar ettiği bir çağda yaşıyoruz. Yunan iktisat profesörü Varoufakis’in söylediği gibi ‘rekabetçi kapitalizm’ bitti. ‘Tekno-feodalizm’ çağındayız. Pek çoğu internet ve sosyal medyayla güçlenen ‘high tech’ (yüksek teknoloji) şirketler tekelleştiler ve artık devletlerden zenginler. Rekabete dayanan kâr değil, rant elde ediyorlar. Ensemizde boza pişiriyorlar. Batı dünyasında devlet onları denetlemekten aciz. Gelir dağılımı giderek bozuluyor. 2. Dünya Savaşı’nın hemen öncesi oluşan uçurumlar tekrar ortaya çıktı.

Bizim gibi azgelişmiş ülkelerde durum daha da vahim. Orta sınıf eriyor. Banka-finans, enerji ve inşaat dışındaki sektörler çok değer kaybetti. Yukarıda bahsettiklerim rekabete açık değil ve rant topluyor. İmtiyazları çok ama sorumlulukları yok.

Biz basit bireyler büyük şirketlerle bazen onların mal veya servisini satın alan, bazen de onların çalışanı olarak karşı karşıya geliyoruz. Geldiğimiz anda da yanıp tutuşuyoruz. Eğer bir mukavele varsa tüm risk bizim üzerimizde. Ya cüzdan ya da sonuna kadar yolunacak kaz olarak görülüyoruz. Hakkımızı savunan yok. Hep kaybediyor ve sinirden kahroluyoruz. 

Tek kelimeyle tekno-feodal çağ, toksik bir ortam yaratıyor. Kazanan yüzde 1. Geri kalan mağdur... Hırsımızı çıkarmamız lazım. Sosyal medya bu açıdan hem zehirleyici hem ferahlatıcı. Deşarj oluyoruz ama genelde hedefi tutturamıyoruz. Yanlış nedenlerle yanlış insanlara yöneliyoruz. 

Kimin gücü kime yeterse babında denk gelen hedeflere saldırıyoruz sözlü ya da fiziksel. Patronlara ve sisteme kafa tutmak yerine en zayıf halka çalışana  ya da gücümüzün yettiğine esip gürlüyoruz ve eziyet ediyoruz. Kula kulluk edenler olarak kendimize kullar aramaktam imtina etmiyoruz. Eğer fark yaratacaksak olgunlaşma çağına girerken iyice çirkinleşmiş ve çirkeflemiş kapitalizmi ve onun kutsal  neo liberal öğretisini insancıllaştırmamız olmuyorsa devrimle yok etmemiz lazım. Yerine elbet bir şey konur.

Ebedîlik ağacının tohumlarını özünde taşıyan insanın insan yapımı bir sistem olan kapitalizme ebediyete intikal edecek sistem olarak davranması insanın mayasına, ve vicdanına aykırıdır ve aynı zamanda zekasını  alaya almaktır. Değişmeyen tek şeyin değişim olduğu şu fani evrende hiçbir sistem, hiçbir şey ve hiçbir kimse baki değildir. İnsanoğlunun iyiliğe ve güzelliğe yürüyüşü ara ara kesintiye uğrasa da elbet devam edecektir. 

İnsanı insan yapan boyun eğmemesidir. İnsan isyan edendir. İnsan irade sahibidir. Ussal irade sahibidir ve tercih edendir. İradesi olanın hiç bir sisteme köle olması mümkün değildir. İnsan eninde sonunda iradesini özgürlük yolunda kullanacaktır ve neo liberal kapitalist öğretilere teslim olmayacaktır.

Son söz: Montaigne dikkate değer bir tespitte bulunuyor: “Her şerefli insan, vicdanını yitirmektense, şerefini yitirmeyi tercih eder.” Böyledir, çünkü şeref tarif edilmiş ve toplum tarafından yeri belirlenmiş, pahası biçilmiş bir değerdir.

İsmet Özel, Cuma Mektupları

Bir hadis: Dua ettiğinizde çok isteyin çünkü vereceği hiçbir şey Allah'a ağır gelmez.

 Hz. Muhammed (s.a.v)

Not 1: Nereden bileceksin, şehrin sokaklarında,
kaybolan ışıkların gözlerim olduğunu
Her seher yüreğimde açan karanfillerin,
her akşam ellerimde sararıp solduğunu,
nereden bileceksin

Nurullah Genç

Not 2: "Çocukları ürkütülmüş bir dünyanın
denizi mavi olsa ne yazar,
olmasa ne..."

Cahit Zarifoğlu

Not 3: Zarif bir hüzünle çiziyor aklımda seni gece 
Boşlukta kırık bir dal yüreğim, kederiyle sallanan

Cahit Zarifoğlu

Not 4: "Yeni bir söz söylesem
neye yarar ki,
Söyleyemediklerim
ince bir sızı."

Cahit Zarifoğlu

Not 5: Teori ve pratik arasındaki fark:

Teoride brüt rezervimiz 139,6 milyar dolar, yani paramız var, para aramıyoruz.

Ama swap hariç net rezerv negatif 39 milyar dolar.

Pratikte 39 milyar dolar eksideyken bir de 85 milyar dolar da KKM'de yükümlülük var. 

Yani sıkıysa para arama.

Not 6: Devlet çalışanlarına daha yüksek ücret ödediğinde, bu yüksek ücretler vergi mükelleflerinin sırtına biner.

Not 7: Esnaf: "Suriyeli karşıma dükkan açtı, ne ruhsat var, ne izin var."  

AKP'li Beykoz Belediye Başkanı Murat Aydın: "Sen Resulullahın ümmetisin, öyle bakmayacaksın.."  

Esnaf: “Adam kaçak sigara satıyor, sen hala Resulallah diyorsun”

Not 8: İslam tarihini iki döneme ayırmak lazım; yükseliş ve çöküş dönemi.
Yükselirken uygarlık yaratan kavimler, çökerken bağnazlık ve barbarlık üretirler. 

Not 9: ABDde nüfus artış hızı sıfıra indi. Bazı uzmanlar ABDnin Çin’le rekabet edebilmesi için 10 senede 500 milyon nüfusa ulaşması gerektiğini iddia ediyorlar. Şu anda ülkeye ayda 300 bin üstü kaçak giriyor. Bu oran devam etse bile artış 500 milyon için yetersiz.

Not 10: İhracatçıya zorla döviz bozdurma uygulamasından vazgeçilmesi ve kur rejiminin de sözde değil gerçekte serbest kur rejimi olması lazım ki dengeler bozulmasın. 

Ya o zaman dolar çok artarsa?
O zaman da milletin dolardan TL'ye döneceği faizi vereceksin.

Hayır ben o kadar faiz vermem.
O zaman da dengeler bozulmaya devam eder. Bunu mu istiyorsunuz?

Bozulursa bozulsun ben kendi hedefime bakarım.
İşte biz buna literatürde "Nebatileşme" süreci diyoruz.

Not 11: TL'nin reel olarak değerlenmesiyle enflasyonu düşürmeye çalışmak sürdürülebilir değildir. Eğer yanlışta inat ederseniz ihracatçı ve turizmciyi ezerek döviz elde etme kapasitenizi düşürürsünüz. 

13 otel konkordatoya gitti, 24 otel icralık oldu.

Not 12: Beyaz yakalı fakirdir çünkü tüketim toplumunun kendisidir, mavi yakalı kazanır çünkü it gibi çalışır ( ek mesailer, çalışma şartları, çalışma ortamları vs ). 

Kuryenin maaşı hoşunuza gittiyse çıkın gece 11-12'de yağmurda çamurda sipariş dağıtın, günde 12+ saat çalışın siz de kazanın. bakalım ne kadar dayanabileceksiniz? 

İt gibi çalışır ifadesi kişiye hakaret içermez, çalışma şartlarına hakaret içerir.

Not 13: Beyaz yakalı kesim ile dalga geçenlerin çocuklarını da göreceğiz dediğim başlıktır. eminim hepiniz çocuklarınızı sanayiye vermeyi ya da okutmayıp dükkanın başına geçirmeyi düşünüyorsunuzdur. Tomarla para döküp özel okullarda okutacağınız ve sonunda mühendis olup da tekniker olsaydım keşke diyecek çocuklarınız olacağına yemin edebilirim ama ispat edemem işte.

Not 14: Artık ülkede diplomalı maaşlı çalışanlar ikiye ayrılıyor: memurlar ve beyaz yakalılar..

KPSS kazanamayan düşük maaşta kalıyor.

Not 15: Anadolu’da toprağı olmayan ve büyük şehre mahkum edilmiş, hayat kalitesi sadece kendi gelirine bağlı olan (servet sahibi olmayan, mirasa konamayacak olan) beyaz ve mavi yakalılar ülkenin en sefil kesimidir..

Not 16: Bütçe açığı 2023'te tüm zamanların zirvesine ulaştı: Aralık’ta tarihi rekor

2023'te merkezi yönetim bütçesi açığı, 1 trilyon 374 milyar 968 milyon lira oldu. Bu, yıllık bazda tüm zamanların zirvesi olarak kayıtlara geçti. Bütçe açığı, 842 milyar 532 milyon lira olarak rekor düzeyde açık verdi.

Türkiye yüzyılı hakkatten başladı sanırsam.

Not 17: Bir manzara oluşundan habersizdi duruşun..

Not 18: Öldük, ölümden bir şeyler umarak.
Bir büyük boşlukta bozuldu büyü.
Nasıl hatırlamazsın o türküyü,
Gök parçası, dal demeti, kuş tüyü,
Alıştığımız bir şeydi yaşamak.
Şimdi o dünyadan hiç bir haber yok;
Yok bizi arayan, soran kimsemiz.
Öylesine karanlık ki gecemiz
Ha olmuş, ha olmamış penceremiz;
Akar suda aksimizden eser yok..
C.S.Tarancı

Not 19: Dolaştığım denizlerce düşünüyorum,
Bineceğim son gemi değil midir
Hayır sahibi omuzlarda giden tabut.
Herkes gibi teselliye muhtaç olsaydım eğer,
Derdim ki: "Elbet bir ağlayanım olur benim de;
Ramazan geceleri Yasin okuyanım,
Baharda kabrime menekşe getirenim de."

Fakat bütün bunlar da olur,
Yine tasa etmem,
Yine kırılmam kimseye.
Ben aşk adamıyım,
Sevmeye geldim insanları,
Gönlümle, elimle, kafamla sevmeye;
Hesapsız, karşılıksız,
Ayrılık gayrılık gözetmeden.
Gün gelip gidersem şayet,
Öyle severekten gideceğim ki,
Karanlık kıyılardan bile olsa,
Candan selamlarım,
Civarımdan geçecek gemileri;
Güneşli gemileri;
Şarkılı gemileri;
İçlerinde kendim varmışım gibi!

C.S.Tarancı

Not 20: Üç şey: Belirginlik, tutarlılık, basitlik bir insan iradesini diğer insan iradelerinden üstün duruma getiriyor. Galip gelmek mi istiyorsunuz? Galibiyetin şartlarını yerine getirin öyleyse. Ne isteğiniz belirgin olsun. Dostunuz da, düşmanınız da sizin ne istediğinizi bilsin.
İsmet Özel

Not 21: Ve neden sonra 
Tekrar duyduğun gün sesimi gökkubbede, 
Hatırla ki mahşer günüdür 
Ortalığa düşmüşüm seni arıyorum.

Not 22: Kendisi vefasız olan dünyada vefa arama..