Bakmışsın ki hayatın sonuna gelmişsin, içindeki çölden başka bir şey kalmamış..
Haraptar köyünün ağası Şener Şen, sadece köyün değil marabalarının da sahibiydi. Köy ahalisi de tıpkı bir mal gibiydi. Ağa izin vermeden yemek dahi yiyemeyen...
Haraptar köyünün ağası Şener Şen, sadece köyün değil
marabalarının da sahibiydi. Köy ahalisi de tıpkı bir mal gibiydi.
Ağa izin vermeden yemek dahi yiyemeyen bu güruh üzerinde ağanın
müthiş bir otoritesi vardı.
Derken kıtlık ve kuraklık geldi çattı. Buğday hasatı az olunca, ağa
faturayı köylüye kesti ve paylarını düşürdü. (Bütün istibdat
düzenlerinde öyle değil midir zaten? Başarısızlıklar halka taksim
edilirken başarıyı ağalar tek başına sahiplenir.) Buğday bire yüz
verseydi, ağa köylüye bir güzellik yapacak mıydı? Hadi oradan.
Ağanın köylünün payını düşürmesi üzerine, köylünün şevki kırıldı,
neşesi kaçtı. Tarla sürmek köylü için artık bir angarya oldu.
İşlemeyen demir paslandı. Bu işten ağa zarar gördüğü gibi
köylülerin çiftçilik yetenekleri de köreldi.
Çalışıyormuş gibi yapan köylüde riya baş gösterdi. Dalkavukluk,
aldatma ve yalana alıştılar ve günü gelip fırsatını bulduklarında
ağanın buğdayını çalıp o diyarı terkettiler.
Ağanın marabaları üzerindeki otoritesine ve köylülerin ağaya olan
bağlılıklarına uzaktan bakan bir kimse, “bu ağanın sırtı yere
gelmez galiba” diyebilir ve ümitsizliğe düşebilir.
Oysa Züğürt Ağa örneğinde olduğu gibi her muktedirin sırtı bir gün yere gelir. Yeter ki manevi kuraklık olmasın..
Bakmışsın ki hayatın sonuna gelmişsin, içindeki çölden başka bir şey kalmamış..
Son söz: Doğa boşluklardan nefret eder..
Aforizma: Hiçbir siyasi kendi isteğiyle siyaseti bırakmaz, işin
doğası bu..
Güç bağımlığı da kumar gibi hiçbir şekilde tedavi edilemez.
Kulağa küpe: 2 yıllık tahvil %48'de. TCMB %45'le fonluyor piyasayı. Nereden bakarsanız bakın acilen en az 500 bp faiz artışı lazım. 21 marttaki PPK'da bu artış gelir mi? İnşallah gelir. Yoksa bir sonraki PPK 25 nisanda. O zamana kadar dayanabilir mi bence zor...
Tavsiye: Ramazan'da çokça Kur'an-ı Kerim okumaya ve en az bir hatim yapmaya şimdiden niyet etmek lazım. Mutlaka bereketini göreceksiniz. Allah hepimizi sıhhat ve afiyet içinde Ramazan-ı Şerif'e ulaştırıp ondan istifade etmeyi nasip eylesin.
Nokta: Haftalar boyu gece gündüz Dilan Polat, Seçil Erzan haberleri dinledik, ama herkes sustu. Ne oldu sizce? Tezgah büyük isimlere uzanmış olmalı. Toplumun gazını da aldılar...
Hatırlatma: Gazze’de ateşkes girişimleri gündeme her geldiğinde Netanyahu’nun uzlaşmaz ve çatışmacı tavrının, İsrail’in güvenlik kontrolünü sürdürerek Filistinlileri (Gazzeliler) sınırdışı etme hedefi olsa gerek. Çünkü İsrail’in hem ateşkes çağrılarına kayıtsızlığı hem de sınırdışı hedefi yine Gazze’nin doğalgaz rezervlerine ele geçirme arzusu şeklinde değerlendiriliyor. İsrail bu arzusunu 7 Ekim 2023’te Gazze’ye işgale başladıktan üç hafta sonra, İsrail Enerji Bakanlığı “İtalyan Eni, İngiliz Dana Energy ve İsrail menşeli Ratio Petroleum firmalarına Gazze deniz sahasında gaz arama ruhsatı vererek” gösterdi.
İsrail’in gaz arama ruhsatı verdiği üç firmanın, aynı zamanda
Filistin’in deniz egemenliğinin ihlali ve savaş yağmacılığı
sebebiyle yasal yaptırımla karşılaşabilecekleri muhtemeldir. Birde
Filistin, BM’nin 10 Aralık 1982 tarihli Deniz Hukuku Sözleşmesi’ni
2 Ocak 2015’te imzalayarak, Sözleşme gereğince Gazze’nin deniz
sahasını ‘münhasır ekonomik bölge’ haline getirmiştir.
Buna rağmen İsrail karadan işgal yoluyla ve deniz sahasında
firmalara gaz arama ruhsatları vererek Filistin’in (Gazze) toprak
ve deniz egemenliğinin ihlaline devam ediyor.
Not 1: Yaşamak paslandı.
Esaret şahlandı.
Hürriyet ahlandı.
Cömertlik saklandı.
Cimrilik aklandı.
Not 2: Memlekette o kadar çok işsiz var ki bütün gün ellerinde cep telefonu ile sosyal medyada video ve saçma haberler bekliyorlar.
Maşallah herkesin bir fikri var, sonrası yaz Allah yaz!
Bu sosyal medyanın bu ülkede böyle etkin kullanılabiliyor olmasının bir nedeni de bence yüz yüze tartışmalarda insanlarımızın kolayca susma alışkanlıkları.
Mesela ben bir taksiye bineyim, inene kadar taksi şoförünü aynı konuda birbirinin tam zıttı üç ayrı fikre ikna edebilirim.
Bizim insanlarımız munistir, gereksiz tartışmayı sevmez, baktı karşıdaki lafından dönmüyor, o dönmüş gibi yapar. İçinden neler söylediklerini bilemeyiz tabii ama genel olarak insanlarımız "bulaşmayayım” diye düşünür.
Haksız da sayılmazlar çünkü bizim memlekette sudan tartışmaların
bıçakla sonlandırılmasına çok rastlanıyor.
Onun için Türk milletinin sosyal medyada veryansın etmelerini
normal buluyorum, ne yapsın insanlar, lafını içinde tuta tuta
herkesin karnı şişiyor sonra.
Not 3: Gün ışır ışımaz, alın yazımız parlar,
Ne alın yazısı, el
yazısı be!
Sökemeyiz ki biz, ilkokul aydınlığı bile
gösterilmeyenler
Biz, pis yöneticilerin mutsuz kişileri,
Süpürürüz yaban ellerin sokaklarını; pis el, pis yürek!
Sığmazken atalarımız güne, yarına,
Düşmüşüm ben, düşmüşüm ben el
kapılarına…
Fazıl Hüsnü Dağlarca
Not 4: Son derece doğru şekilde kaleme alınmış bir seçim
beyannamesine sahip olan AK Parti’de hemen her seçimde nükseden
hastalığın yine nüksettiğini görüyoruz. “Nasılsa Reis halleder”
hastalığı o hastalığın tam adı. Erdoğan’ın yükünü hafifletmek
yerine onun sırtına daha da fazla yük binmesini sağlayan bu
hastalığın nedenlerini ve tedavi yollarını yerel seçimden sonra
uzun uzun konuşuruz. Şimdilik sadece şu kadarını söylemekle iktifa
edelim: Kuruluş kodlarına ve samimiyete doğru bir geri dönüş süreci
bekliyor, dahası beklemeli AK Parti’yi.
Tek tek isim verip kimsenin afiyetini kaçırmak istemem ama
teşkilatlarla adaylar, adaylarla teşkilatlar, adaylarla “acanslar”,
“acanslar”la bütçeler arasında epeyce tartışmanın döndüğü bir dünya
seçim bölgesi biliyorum. Samimiyet dışında bir kazanma yolu yok.
Bunu da çok iyi biliyorum.
Gelelim “şişkin” dediğim yere. Şu, kerameti kendinden menkul
“acanslar” ve ne işe yaradığını hâlâ çözemediğim sosyal medya
terelellileri ile bu seçim, bütün partiler açısından “bir takım
algı çalışmalarına teslim edilmiş” görünüyor.
Bunların herhangi bir işe yaramadığını, hatta “işe yarasa şu an
itibariyle memleketin Cumhurbaşkanının Kemal Kılıçdaroğlu olurdu”
cümlesinin gerçekliğini anlamamız için aradan daha kaç seçim
geçecek bilmem.
Bu iş acanslarla, sosyal medya uyanıklarıyla, algıyla, imajla
olmuyor. Bu iş bildiğim ve gördüğüm kadarıyla samimiyetle oluyor,
gayretle oluyor.
Not 5: Attan indik ineli sinik, güçsüz, yılgın bir insan
topluluğuna dönüştük topyekûn.
Bugün geldiğimiz noktada Çin’in bir ucundan Avrupa’nın bir ucuna
kadar tüm Müslümanlar, neredeyse kayıtsız ve şartsız olarak
“Emperyalistler gelsin de bizi öldürsün” diye bekleyen yahut
merhameti de, adaleti de bizatihi bu aşağılık emperyalistlerden
bekleyen bir “kütle”ye dönüşmüş durumda.
Bu sinik, güçsüz, yılgın halimiz bizi öyle bir noktaya getirdi ki
liderlerimizden biri açıktan “Hamas terör örgütü değil, mücahitler
topluluğudur” dediği için umutlarımız yeşeriyor, gözlerimiz
yaşarıyor. Bu tepkimizin “bütün utancımızı ifade eden kusursuz bir
örnek” olduğunu söylememiz gerekirken üstelik.
Nedir geldiğimiz nokta? Şudur: Bugün İsrail gözümüzün önünde,
canlı yayında “atından inmeyen son topluluklarımızdan biri”ne
soykırım uyguluyor. Biz de ülkelerimize, liderlerimize “Hiç olmazsa
İsrail ile ticareti kesin” diye yalvarırken buluyoruz
kendimizi.
Aramızda “yalnız yürür, yalnız ölür ve yalnız haşrolur” tespitine
mazhar olacak Ebu Zer yok. Bunu biliyoruz. Aramızda o sefere gitmek
için elinde avucunda ne varsa satıp deve ve silah alacak kimseler
yok. Bunu da biliyoruz. Aramızda nefsine uyup o sefere katılmadığı
için 50 gün 50 gece gözyaşlarına boğulup tövbe edecek ve dürüstçe
“Nefsime uydum” diyebilecek Kab bin Malik de yok. Bunu da
biliyoruz.
Bütün bu yokluğun içerisinde helâk olup gitmeyi, sıranın bize
gelmesini bekliyoruz. Öyle inanıyorum ki sıra bize geldiğinde
Hayber Yahudilerinin infaza direnmeye çalıştığı kadar bile
direnmeyeceğiz. Başımıza ne geldiyse bütününü hak ettiğimiz
duygusuyla yok olup gideceğiz.
Attan indik ineli, korkunç bir bezginlikle “kurtarıcı”
bekliyoruz.
Üzgünüm. Kimse gelmeyecek. Ata binmeyi yeniden öğrenmezsek kimse
kurtarmayacak bizi.
Not 6: Eşari felsefesi büyük çapta, bütün olanbitenin Allah tarafından yapıldığını, söylüyordu. Evren her an yeniden yaratılır ve bir önceki anla bir sonraki an arasında bir sebepsonuç ilişkisi aranmaz. Allah her yaratışta, nasıl isterse öyle yaratır. Bir düzen varsa o Allah’ın sünnetidir. Emeviler, işledikleri cinayetleri de bu anlayışla Allah’a mâl etmiş ve “Biz öldürdük ama Allah istemeseydi ölmezlerdi.” saçmalığına kadar gitmişlerdi. Bunun yanında “Dövizi de fiyatları da Allah arttırıyor.” iddiası pek masum kalır. Öyle ya, olan bitenin sebebi Allah ise başka sebep, sorumlu veya suçlu aramaya gerek var mıdır? İslam’ın altın devrini bitiren bu anlayıştır işte.
Not 7: Hayatımda ilk defa, kapıya MUHTAR ADAYI geldiğini gördüm.
Havadan MAAŞ ve devlet nezdinde itibar; hem de hiç bir işe yaramadan..
Ücretler ve imkanlar (bir ofis, çay, kahve; ölene kadar silah ruhsatı, çocuklarını belediye işe sokma vb.) artınca, sükse yapan, ama hiç bir işe yaramayan meslek.
Tekraren söylüyorum: Şehir merkezlerinde ve büyükşehirlerde (köy ya da kırsal mahalleler hariç) muhtarlıklar kaldırılmalıdır.
Not 8: Yıl 2006:
Doğrudan tarım desteği 4.8 milyar TL, Diyanet bütçesi 1.3 milyar
TL.
Doğrudan tarım desteği / Diyanet bütçesi oranı 3.69.
Yıl 2024:
Doğrudan tarım desteği 91.5 milyar TL, Diyanet bütçesi 91.8 milyar
TL.
Doğrudan tarım desteği / Diyanet bütçesi oranı 1'in altında.
Not 9: Bütün detaylarına yoğunlaştığınız, derinliğini ve
inceliğini anlamaya çalıştığınız hayat, nihayetinde sizi karmaşadan
alır dinginliğe ve sadeliğe ulaştırır.
Hayatla baş edemediğinizden değil her şeyin gerçek ederini
bildiğinizden bir süre sonra boş vermişlik ile hemhal
olursunuz.
Not 10: Herkesin kör olduğu bir dünyada ışık en büyük tehlikedir.
Not 11: İçki, sigara ve 1.6 lt altında kalan lüks otolarda ÖTV mutlaka artmalı. Özellikle sigara şu an çok ucuz. Yolda yürümekte zorlanıyorum. Heryer sigara dumanı. Sanki herkes sigara içiyor. Bu sigaranın ucuzluğundan. 1 paket en az 100 TL olmalı. Lise öğrencisi nasıl sigara alabiliyor!
Not 12: Biraz yapay zekaya takıldım da. Ürkütücü derecede müthiş bir teknoloji. İstediğiniz imajı yaratabilir, bir insanı tamamen başka şartlarda gösterebilirsiniz. Bakalım bu işin sonu nereye varacak.
Not 13: Cinselliğe düşkünlük çağında yaşamaktayız ve pek çok insan için bu bağımlılık iç dinginliği acısından çok feci sonuçlar doğuruyor.
Halbuki iffet insana bir sürü vakit kazandırır, şehvetin ise boş tek bir anı bile yoktur.
Not 14: Suudlular çölün ortasında 500 milyar dolar bütçeli
akıllı şehir “Neom”u inşa ediyorlarmış. Adamlar için ırk, kültür,
din diye bağlanacakları bir kök, değer filan kalmamış. Vehabbilik
ideolojisi adı altında silme seküler dünya vatandaşı olmuşlar.
Gazze'de soykırım mı? Zerre umurlarında mı ki...
Muhammed peygamber dönemi ve erken İslam dönemi reklam arası
babında kalacak Araplar için bu gidişle.
Not 15: “Bu iktidarla olmaz” diyenlerin önemli bir kısmı “bu
muhalefetle de olmaz” diyorsa muhalefetin de şapkayı önüne koyup
düşünmesi lazım.
Muhalefetin Mecliste bilhassa komisyon toplantılarında neden
verimli olamadığını araştırdığımızda karşımıza ilginç bir tablo
çıkıyor.
Muhalefet milletvekillerinin bile asıl işi “iş takibi”.
İş takibi dediğimiz şeyler bakanla ve benzerleriyle yürüyeceği için
de “muhalefet edeyim derken onları küstürmemek” gerekiyor!
Muhalefet milletvekilleri komisyon toplantılarında iktidar
temsilcisi bakana ve benzerlerine karşı “usulen” ve “şöyle bir esip
gürlüyor” ama sonra yelkenleri indiriyor ve rutin iş takipçiliğine
dönüyor.
Parlamenter sistemden bugünkü ucubeye geçilirken ileri sürülen en
önemli gerekçelerden biri, vekillerin bakanlarla aynı ortamda
bulunmalarının “iş takibi”ne sebep olduğu ve bunun demokrasinin
kalitesini azalttığı fikri idi.
Bugünkü kâğıt üstünde geçerli sistemin fiilen işlemediği de böylece
anlaşılıyor.
Çare nedir?
Parlamenter sisteme yeniden dönmek.
Yolu nedir?
AK parti iktidarına son vermek.
Vasıtası nedir?
Rejimi, TRT’yi ve tarafsız kurumları ıslah etmek.
Kim yapacak?
Muhalefet…
Not 16: Esnafın, çiftçinin küçüldüğü, yatırımdan, üretimden ve
istihdamdan yoksun ortamda ekonomistlerin değerlendirmesiyle
“büyüme hikâye, aksine Türkiye küçülüyor” değerlendirmesi vaziyeti
ele veriyor. Neticede “İşte tam da bu sayede enflasyonu düşürmeden
faizi suni şekilde indirerek Türkiye’yi tam bir tüketim cennetine
çevirdiler. Dediklerinin tam tersi yani. Zaten hep öyle olmuyor mu?
Ne diyorlarsa tam tersi çıkmıyor mu?” sorularını soran ekonomi
yazarı İbrahim Kahveci’nin, “2020-2023 yılına yüzde 22.9 büyüdük
ama tüketim büyümesi yüzde 54.9.” Bu ne demek? Yedik-içtik ve
seçimleri gerçekleştirdik. Şimdi fatura ödeme zamanı. Seçimden
sonra bu iki yılın fazladan yediğimiz faturasını ödeyeceğiz. Sanal
cennetten çıkıyor ve zebanilerin kol gezdiği cehenneme giriyoruz”
tesbiti vaziyeti ortaya koyuyor. (Karar, 1.3.24)
Kısacası, her fırsatta kendilerinden menkul “büyüme” methiyelerinin
de altı boş. Sekiz senedir küçülen ekonominin “büyüdüğü”
iddialarının gerçek dışı bir saptırma olduğu ekonomistlerin
tesbitleriyle ortada.
Not 17; Her şeyin tek merkezden idare edildiği bir yönetim biçimi, ister istemez tıkanmaya, hantallaşmaya mahkûm olur. Onun için, çatışmaya-bölünmeye yol açmayacak bir “yerinden yönetim” yapılanmasına gidilmesi icap ediyor. Bunun için, teşkil edilecek olan yerel parlamentolara güvenilmesi lazım. Vatandaşa güvensizlik duygusu ile, günümüz dünyasında ileri gitmek zorlaşmıştır; üstelik, daha da zorlaşacak gibi görünüyor. Bu sebeple, gelecek için şimdiden hazırlık yapılmalı.