III. Murat’ın oğlu III. Mehmet tahta çıktığında babasından devraldığı ve 13 yıl süren Osmanlı Avusturya savaşı yüzünden hazine bugün olduğu gibi tamtakır kuru bakır kalmıştı.

Yeni atadığı Sadrazamdan (Dönemin Başbakanı) para sorununu çözmesini istedi. 
Sadrazam da sorunu vezirlerine (Dönemin bakanları) açtı. 

Vezirlerden birinin aklına, zekâsıyla ünlü Piç Mehmet Paşa geldi.

Piç Mehmet Paşa en sıkışık durumlara mutlaka bir çare bulurdu.

Sadrazam, Şeyhülislam’la birlikte Piç Mehmet Paşa’nın huzura getirilmesini emretti. 
İkili geldiler. 
“Çöz şu para meselesini” dedi Sadrazam, Piç Mehmet Paşa’ya :
“Baca vergisi salın” dedi Piç Mehmet. 
“Nasıl olsa herkesin evinde bir baca vardır”
Sadrazam başını ve bakışlarını yanındaki Şeyhülislam’a döndürüp sordu:
“Hoca efendi, acaba ‘fiil-i zina mı, daha günahtır, yoksa fiil-i livata (eşcinsellik) mı?”

Şeyhülislam cevap verdi:
“Fiil-i zina, dinimize göre günahtır devletlûm ama, hiç değilse kadınla erkek arasında, kendi fıtratı içindedir. Fiil-i livata ise, erkekle erkek arasında olduğundan ve haliyle tabiata da aykırı olduğu için; fiil-i zinadan daha günahtır."

“Hayır Hoca efendi hayır” diyerek itiraz etti Sadrazam… “Fiil-i zina; fiil-i livatadan daha günahtır. Çünkü fiil-i livatadan çocuk çıkmaz ama fiil-i zinadan bazen öyle bir piç çıkar ki, bu baca vergisi gibi birşey çıkarır ümmet-i Muhammed’in başına bela olur”. 

 Piç Mehmet Paşayı rahmetle anıyor ve arıyoruz. Toprağı bol olsun..

Yaşananın adını doğru koymak lazım. “Kriz” tanımı meseleyi net olarak anlatmadığı gibi bazı gerçeklerin de üzerini örtüyor. Prof. Dr. Korkut Boratav, bir süredir önemli bir gerçeğe işaret ediyor. Türkiye’de yaşanan bir kriz değil, bölüşüm şoku. Yoksullaştıran bir büyüme yaşıyoruz. Hükümetin tercihleri doğrultusunda ülkenin zenginliği sermayeye aktarılıyor; toplumun geniş kesimleri günden güne bu yüzden yoksullaşıyor. Yoksullaşmadan en büyük payı ise genç kuşaklar alıyor. Farklı bileşenleri de var ama gençlerin yurtdışına gitme isteği esas itibariyle sınıfsal. Tüm bu olan biten doğal bir süreç değil, ideolojik/politik tercihlerin ürünü. Korkut Hoca, bunun Cumhuriyet tarihinde daha önce hiç yaşanmadığını söylüyor.

İktidar şimdi, ekonominin başına getirilmiş gibi gösterilen Mehmet Şimşek üzerinden sıcak para bularak boş bir konserve kutusuna çevirdiği döviz rezervlerini toparlama telaşında. Enflasyon ise dizginlerinden hepten boşalacak, hayat pahalılığı alıp başını gidecek. Seçim sürecindeki savurganlığın ve mevcut şartların getirdiği tüm yük, halkın sırtına atılacak. Bunun göstergesi zamlar ve vergilerdeki astronomik artış oldu. Hükümey vergilerle ücretli kesimlerin ve emeklilerin üzerinden silindir gibi geçecek. Niyeti bu olmasa da faturayı maalesef hep halka ödetiyor hükümet. Umarım zenginlerden servet vergisi alırda yük bölüşülmüş olur.

Son söz: Ruhlarımıza dadanan müstekbirler yüzünden dünyanın başına kötü şeyler geleceğini bile bile, nedense her şeyin daha güzel olacağına inanmak geliyor içimizden...

Oysa onlar karanlık köşelerinde kötü şeyler biriktiriyorlar. Eğer hakikati kaybetmemek için bir yolculuğa niyetliysen onların gözlerini ve kullanılmış umutlarını terket ve arkana bakma bir daha...

Kimseye aldırmadan bütün gözleri arkanda bırakıp gidebiliyorsan, gidemeyenlerin yasını da yanına almayı unutma sakın...

Yanına kimseyi alamadığın için sakın üzülme, çünkü yolculuk her zaman kimsesizlik değildir. Olmuş ve olacakların geniş vaktinde denenmemiş kalp atışları ve küçük bir aşk yeter...

Not 1: ‘’Her uygarlıkta ekonomi, politika, yasalar, din, eğitim birbirine bağlıdır; her biri ötekine dayanır ve oluş nedeni ötekilerine bağlıdır. Bütün bu güçler içinde ekonomi en önemlisidir, temel etmendir. Yapının temel direği, üreticiler olarak insanlar arasında var olan ilişkidir. İnsanların yaşama biçimini, geçimlerini sağlama biçimleri, belirli bir toplumda, belirli bir anda hüküm süren üretim biçimi, belirler.’’
Leo Huberman

Not 2: Seçim öncesi, birçok kişi dövizlerin artacağının farkındaydı. Kimde kaç para varsa, herkes koşa koşa döviz bürolarının yolunu tuttu. O günleri hemen hatırlayalım. Doların 28.000’e, Euro’nun 30.000’e çıkacağı ekonomistler tarafından her yerde zikrediliyordu. Devlet, kur korumalı mevduat sistemiyle bir süre dövizin yükselişini engellemeye çalıştıysa da başarılı olamadı. Beklenen oldu, reel bakışla yorum yapan ekonomistlerin öngördüğü gibi döviz kurları tavan yaptı. Hatta tahminlerin de üzerinde bir artış ile karşı karşıyayız. Kur korumalı mevduatlarda biriken faiz, son üç ayda dövizin artışıyla beraber yatırılan ana paranın üçte birinden fazla faiz verdi. Eh bu faizlerin merkez bankası desteğiyle verilmesi gerçeğini düşünürsek kimden çıktığı ortada.
İktidarın pembe tablo çizen sözlerini artık duymuyoruz. Onun yerine sabır, sabır dedikleri açıklamalarını dinliyoruz. Sözde ekonomi patronu Mehmet Şimşek’in karizması bile yüksek faizli kredi bulamıyor. Bankalarda günlük faiz oranlarının arttığı bu ortamda, iktidar yapısının sadece sabır demekle bu sorunları çözemeyecek boyuta geldiği çok net. Toplum panik içinde, ticaret ise neredeyse durma noktasında.

Not 3: Seçim öncesi, birçok kişi dövizlerin artacağının farkındaydı. Kimde kaç para varsa, herkes koşa koşa döviz bürolarının yolunu tuttu. O günleri hemen hatırlayalım. Doların 28.000’e, Euro’nun 30.000’e çıkacağı ekonomistler tarafından her yerde zikrediliyordu. Devlet, kur korumalı mevduat sistemiyle bir süre dövizin yükselişini engellemeye çalıştıysa da başarılı olamadı. Beklenen oldu, reel bakışla yorum yapan ekonomistlerin öngördüğü gibi döviz kurları tavan yaptı. Hatta tahminlerin de üzerinde bir artış ile karşı karşıyayız. Kur korumalı mevduatlarda biriken faiz, son üç ayda dövizin artışıyla beraber yatırılan ana paranın üçte birinden fazla faiz verdi. Eh bu faizlerin merkez bankası desteğiyle verilmesi gerçeğini düşünürsek kimden çıktığı ortada.
İktidarın pembe tablo çizen sözlerini artık duymuyoruz. Onun yerine sabır, sabır dedikleri açıklamalarını dinliyoruz. Sözde ekonomi patronu Mehmet Şimşek’in karizması bile yüksek faizli kredi bulamıyor. Bankalarda günlük faiz oranlarının arttığı bu ortamda, iktidar yapısının sadece sabır demekle bu sorunları çözemeyecek boyuta geldiği çok net. Toplum panik içinde, ticaret ise neredeyse durma noktasında.

Not 4: Devlet ile toplum ve yurttaş arasında dengeli hak ve ödev ilişkisi, öncelikle bu ilişkiyi kurmayı hedefleyen bir devletin varlığına bağlı. Cumhuriyet’in mantığına uygun bir ‘hukuk devleti’ idealinin yerini, parti-devletin ‘sadık tanışların’ idaresi aldığında; ‘çoğulcu nizam’ için zorunlu olan ‘demokratik hukuk,’ parti-devletin bahşettiği ölçü ve nitelikte bir ‘hizaya getirme’ aracına dönüşüyor.

Ne demek bu? Örneğin, hukuk devletinin olmazsa olmaz ilkesi olan ‘öngörülebilirliğin’ yerini ‘belirsizlik’ alıyor; her an her şeyin olabileceği, organların en olmadık kararı verebileceği ve yurttaş güvencesinin ancak ‘sadakat’ ile sağlanabildiği bir düzen.
Zamlar karşısında sosyal medya şakası yapılmasının/yapılabilmesinin, bir bisikletçinin sabahın köründe kural tanımaz bir meymenetsiz tarafından öldürülmesinin, yaşam alanlarımızda tanık olduğumuz zorbalığın ve bazen itliğin, bu denli yaygınlaşıp kendi halindeki yurttaşı bezdirmesinin, iki gün önce bir avukatın Başak Demirtaş ile ilgili o sözleri arsızca sarf edebilmesinin, başta ‘cezasızlık’ olmak üzere, ortak nedenleri-kaynakları var.

Zira, insan evladını derleyip toparlayan, toplum içinde yaşadığını hatırlatan sınır(lar) olur, olmalı. İnanca ilişkin, toplumsal ahlaki normlara ilişkin, hukuka ilişkin. İnsan, bir şey yapmaya-söylemeye giriştiğinde; belki inancının gereğini, belki ayıplanma ihtimalini, belki yasayı düşünüp durur, durmak zorunda hisseder. Eğer hiçbirini umursamıyorsa, bir başka deyişle, umursamasını gerektirecek bir fren olmadığını varsayıyorsa; yasanın, ahlakın, inancının gereklerine aldırmayan biriyle nasıl birlikte yaşanır? Hâlihazırdaki Türkiye’de, işlevlerinden biri de insanı ‘dizginlemek’ olan ‘erdemin’ ederi nedir? Hangi düşünürdü o, Cumhuriyet için ‘erdem’ sahibi olmayı gerekli sayan?

Devlet-toplum ile yurttaş arasındaki hak ve ödev ilişkisi yara aldığında, norm düzeni tarumar edildiğinde, geriye, korku, gelecek endişesi ve her süfliliğe katlanıp bir zaman sonra sıradanlaştıran bir ‘kalabalık’ kalıyor.

Not 5: Değişik bir hal aldı ülkede yaşam, ekonomiden dolayı. Ekmek fiyatları, akaryakıt fyatları sıfır – ikinci el araba fiyatları, ev kiraları, yeme içme fiyatları. Ekmek bölgeye göre değişiyor. Fatih’de 8 TL diğer gün 6 TL ye düşüyor, Sarıyer 8 TL perşembe günü 10 TL olacak diyor fırıncı. Zonguldak’da fiyat yükselmez ise ekmek çıkmayacak grev var. Akaryakıt 1.20 TL yükselir idi anlık 6,8 TL arası yükselerek değişiyor. İkinci el otomobil sıfırdan daha pahalı, akaryakıt zamlı diyoruz otomobil almak için 2026’ya randevu açılıyor. Ev sahibi kiracıyı, kiracı ev sahibini tartaklıyor öldürüyor.
Diğer konumuz futbola dönünce ne ekonomik sıkıntısı ‘dere akayi dere’ şarkısını söylüyoruz. İcardi geçen sezon 750 bin euro alıyordu sözde; bu sene aşkından dolayı 10 milyon euro maaş alacak. Fırsat ayağınıza geldi bonservisi elinde olan Dzeko, Tadic 4-5 milyon euro arası maaşlara imza attılar, komisyonlar hariç.

Not 6: Tek bir şey istemişti hayatı boyunca Ömer Naci:
Ölmek — vatan için ve büyük kalabalıklar önünde.
Kerkük’te bir hastanede oysa yapayalnız gitti.
Duyar gibi oluyorum şimdi son sözlerini:
“Demek böyle Allah’ın belâsı bir yerde,
Ne yapalım, tifüsten ölmek varmış kaderde..

Not 7: Nasıl da yolunda gidiyor her şey.
durup düşündüğümde şaşıyorum akşamları.
Bu karmaşık, karman çorman şehirde
kendi küçük düzenimizi kurduk işte
Fakat bir esrar perdesi hala çevremiz
ve yırtabilirsek bugün bu perdeyi,
bilmem ki bakalım neler göreceğiz..

Not 8: Güneşle girdim bu sabah güne.
Uyandık, baktık, yerli yerinde dünya,
gece bıraktığımız gibi duruyor her şey.
Ben gerinirken yükselmeye başladı o.
Uçup bir kuş geçti çığlıklarla aramızdan.

Not 9: world population review tarafından 2023'de yayımlanan son verilerde türkiye’nin ortalama ıq verisi 89 değil 86,80 olarak sunulmuştur.

türkiye 86,80 ıq ile 199 ülke arasında 77. sırada yer alıyor. 

ilk üç ise şu şekilde 
1-japonya 106.48 
2-tayvan’ın 106,47 
3-singapur’un 105,89 

türkiye’nin ıq’su önceki yıllara göre yaklaşık 3,2 puan düşerek 86,8’e gerilemiş.

ulster enstitüsü’nden richard lynn ve david becker’ın the ıntelligence of nations adlı kitaplarında türkiye gibi yoğun sığınmacı akımlarıyla karşılaşan ülkelerde ortalama ıq düşüşünün gözlemlendiği vurgulanmış.

ama üzülmeyin bizden beter 40 ıq ile nepal, liberya ve sierra var.

Not 10: İstanbul’u düşünün. Erenler yurdu, Sinan’ın İstanbul’u nerede? Çınarlarımız, servilerimiz, erguvanlarımız nerede?
Yalnız İstanbul mu gözlerimizin önünde eriyen? Bütün bir Anadolu birbirine benzeyen şehirlere dönüşmüyor mu?
Şehirlerin ruhu kırmızı kiremitli betonlara esir oldu.
Şehirlerimizin kendine has dokusu bir ayrıntı olarak hatırlanacak artık.

Not 11: erkekler sınırsız cinselliğe ulaşamadıkları için bir kadına saplantı geliştirmeye hazır olur. temel olarak bulundurduğu sahiplenme, elde etme, hiyerarşiye uyum sağlama nitelikleri sebebiyle bu amaç güçlenir. o yüzden "sıradan erkekler" için çok eşlilikten bahsedemeyiz. hatta "hiç eşlilik" daha muhtemeldir.

Bir kadın arka arkaya alakasız hiç tanımadığı, düşük kalite erkeklerle cinsellik yaşamaktan zevk alır mı veya bunu kabul eder mi? Bunu erkeklerin çoğu kabul eder ve umursamaz ve çoğu türde erkek %20 içinde değilse bu opsiyona sahip değildir. Bu yüzden daha prensipte biyolojik ve toplumsal olarak farklıyız.

çok eşlilik ancak üst seviye %20'de bulunan erkeklerin avantajıdır ki buna bütün doğada dişiler de yardım eder. o erkekle birlikte olmayı güçsüz bir erkekle birlikte olmaya yeğlerler.. %20'deki erkekler bazen sosyal yapılanma bazen de kişisel tercihlerle tek eşliliği seçebilirler. örneğin kadınla güçlü bir arzu duyar ve çocuk yetiştirmek isterse bunu seçebilir ama bir kadına saplantı duyma ihtimali düşüktür. toplamda düşündüğümüzde çok eşli doğasına sahip olmasına rağmen bunun yaşanması çok düşük bir orana sahiptir.

Not 12: "Bir başka ülkeye,
bir başka denize giderim," dedin,
"bundan daha iyi bir başka şehir bulunur elbet.
Her çabam kaderin
olumsuz bir yargısıyla karşı karşıya;
- bir ceset gibi - gömülü kalbim.
Aklım daha ne kadar kalacak bu çorak ülkede?
Yüzümü nereye çevirsem, nereye baksam,
kara yıkıntılarını görüyorum ömrümün,
boşuna bunca yılı tükettiğim bu ülkede."
Yeni bir ülke bulamazsın,
başka bir deniz bulamazsın.
Bu şehir arkandan gelecektir.
Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın.
Aynı mahallede kocayacaksın;
aynı evlerde kır düşecek saçlarına.
Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda.
Başka bir şey umma -
Bineceğin gemi yok, çıkacağın yol yok.
Ömrünü nasıl tükettiysen burada,
bu köşecikte,
öyle tükettin demektir
bütün yeryüzünde de.
(Konstantinos Kavafis, Şehir (1863 - 1933))