Günler günleri çağırırken insan aynı kalamaz bu fani alemde,
Gün gelir beden ruha yetişemez
Güzel günleri beklersin, güzel günler göstermez yüzünü
Ve dönersin mazinin gamzelerine sığınırsın yekpare...
Her gün bir ağırlık daha konur yüküne
Kazanıyorum zannedersin
Aslında kazandıkça kaybedersin
Mutluluk komşun değildir gurbette
Hele yaşın kırk beşi aşmışken,
Mavi gökyüzünün altında gülen çocuklar değiliz;
Artık ufuklar kızıl bir hüzündür bize...
Son zamanlarda Mustafa Akgül’e çok yer ayırıyorsun diye şikayetçi olmayın. Sağ olsun yüreğinden kopan son şiirlerinden birini siz okuyuculara gönderdi. Kalemine ve yüreğine sağlık diyoruz.
Son söz: İş insanı Can Kıraç 97 yaşında vefat etmiş. Bu nasıl yaş? 45 yaşındayım, bir 45 sene iki cihan bir araya gelse yaşamam mümkün değil, yaşam sürecime ve şu anki sağlık problemlerimi düşünürsek. Anam 64 yaşında kadın 10 yıldan beri neredeyse yatalak gibi, nefes alması, tuvaletine gidip gelmesi bizi mutlu ediyor/du; o da sıkıntıda şimdi. Kader deyip geçerdim de; bazı insanlar çok yaşıyor. Umarım yaşadıklarına değiyordur.
Gerçekten birbirine hasret, özlem içerisinde duygular besleyen hakiki muhabbet derin tutkular hisseden, birbirlerinin muhabbetinden beslenen dostlar arkadaşlar yarenler birbirleriyle buluşmak için sözleştiklerinde buluşma mekanlarına vaktinden önce giderler çünkü bilirler ki bir yere vaktinde gitmek geç kalmaktır. Bu sebeple iyi insanlar erken ölür çünkü Rableriyle ile bir an önce buluşmaları gerekmektedir ya da diğer insanlardan daha erken bir vakitte buluşmaları gerekmektedir çünkü Yaradanları onları sevdiği için normalden önce yanlarına davet etmiştir. Ayaklar sürülerek gelinen yerde sevgi çiçekleri yetişmez..
Not 1: Öyle bir şeydir ki döngü, zaman gelir kimsenin umuru olmazsın.. Kendinizi kimsenin sizi adam yerine koymayacağı bir dönem için hazırlayın. En azından şoka girmezsiniz.
Not 2: MASAK çalışsın, kim UYUŞTURUCU saçıyor, kim KAÇAK GÖÇMEN getiriyor, kabak gibi çıkar ortaya.
Ticari faaliyeti gözükmeden, manyak paralar harcayanlar kimler?
Kim yiyor bu 1000 TL'lik lahmacunları?
(Normal tüccar mal değildir. 1000 TL'ye lahmacun yemez.)
Kim uyduruk müstakil bir eve 50 milyon veriyor, bir denetlensin.
Servet vergisi getirilsin..
Not 3: İstanbul'da 2 Milyon GÖÇMEN var demek, rahatlıkla 400 Bin konut bunlarda demek.
Bugün 400.000 konut serbest kalsa, KİRALAR eski reel seviyelerine inerdi.
Not 4: Hizmetin de bir fiyatı var ama makas hiç bu kadar açılmamıştı..
Not 5: Genceli Nizami’nin dediği gibi 'Taşı onunla yıkasalar üzerinde akik biter, Bakışların ki..
İkinci bir parıltı var senin bakışlarında Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.'
Not 6: Yoruldun artık, bütün gün
Didinip durdun/ Toprak bile, gök bile, deniz bile/ bir yerde yorulur./ Bırak kalsın süpürge duvarda, sabun kovada/ Anne, gel yanıma otur.
Not 7: Utanma duygusunun kalmadığı yerde ot bitmez..
Not 8: İnsanın gerçek bir savaşçı olup olmadığını kayıplarıyla nasıl baş ettiği belirler..
Not 9: Hazine ve Maliye Bakanımız Mehmet Şimşek ABD gezisi sırasında bizim vergi sistemimizin Robin Hood stilinde bir vergi sistemi olduğunu söylemiş.
Kastettiği devletin sosyal yardımları.
Doğru mu söylemiş?
Sosyal yardımları fakire verdikleri belki doğrudur. Eğer işin içinde bir iltimas yoksa. Ama zenginden aldıkları yanlış.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti zengine kıyamıyor; zenginden vergi alamıyor.
Devletin topladığı vergilerin yüzde 65’i dolaylı vergi. ÖTV, KDV, çoğu alışveriş yaparken kaynağından kesilen vergiler.
Nüfusun tamamından alınıyor.
Ama içinde dar gelirlinin, ücretlinin, yoksulun payı daha çok.
Bugünlerde yeni bir vergi paketinin eli kulağında.
Söylentilere bakılırsa garsonların, motokuryelerin bahşişine kadar inecekmiş.
Ajanslardaki izahlar bahşişleri kayıt altına almak istediklerini, kayıt altına alınınca bir şekilde vergilendireceklerini düşündürüyor.
Eh! Vergilendirilince kutsal olacak!
Bizim sistemde kutsal olan servet sahiplerinin servetleri, büyük müteahhitlerin vurguncuların kazançları.
Esnaf arasında yeri geldikçe söylenen bir laf var.
“En iyi muhasebeci mükellefine vergi verdirtmeyen muhasebecidir.”
Yani bu ülkenin yurttaşları verginin iyi bir şey olduğunu düşünmeye pek yatkın değil.
Hele hele sermayedarımız hiç değil.
Yeni vergi paketiyle ilgili haberlere göz gezdirdim.
Milli gelirin yüzde 50’sini elinde tutan en zengin yüzde 20’yi tedirgin edecek ciddi bir şey yok.
Bazı vergi muafiyetleri kısıtlanıyor. O kadar.
Bir de Kamu özel iş birliği kazançlarından alınan yüzde 25’lik vergi yüzde 30’a çıkarılıyor. Yani yüzde 5’lik bir vergi artışı. Bu da sadece 44 mükellefi ilgilendiriyor.
Geri kalan vergiler bütün yurttaşları ilgilendiriyor.
Yurt dışı çıkış harcı 150 liradan 1500 liraya çıkarılacakmış.
Pasaport verirken vergini alıyorsun, yurtdışına gidenlerin harçlığına niye göz koyuyorsun?
Cumhurbaşkanı Erdoğan Gelir İdaresi Başkanlığı’nın beyana tabi gelirlerle yapılan harcamalar arasında yüzde 20’dan fazla uyumsuzluk olan mükelleflerin izah edemedikleri fark tutarlarından alınmasını teklif ettiği servet vergisini kanun taslağından çıkartmış.
Tabii canım. Mükellefimiz bulmuş parayı; para cebe girmiş, niye izah etsin?
Bakan Şimşek “vergi adaleti” diyor ama inanan yok.
Not 10: YSS Köprüsü ihale edildi. YAP-İŞLET-DEVRET yöntemi ile KÖİ ihalesi 2013 yılında yapıldı. 10 yıl 2 ay 20 gün sonra YSS Köprüsü devlete devredilmeliydi. Yılda ilk başta 825 milyon dolar Hazine garantisi verilmiş ve yapım maliyeti 3,3 milyar dolar olarak açıklanmıştı.
29 Mayıs 2013 temel atıldı ve işlem başladı: 10 yıl 2 ay 20 gün ekleyin: 19 Ağustos 2023’de YSS Köprüsü devlete geçmeliydi… Ama TC Devleti o köprüyü devralmadı ve hala yılda 1 milyar dolar civarında Hazine garantisi devam ederek KÖİ müteahhidi sefasını sürdürüyor.
O işin aslında ilk ayağı da çok sakattı. Çünkü emsal köprülere göre o köprü çevreyolu ile en fazla 1 milyar dolarlık maliyet içerirdi. Ama 3,3 milyar dolar dediler… O da yetmedi 2023’de köprüyü devlete de devretmeyip hala 1 milyar dolar Hazine garantisinin üzerine yatmış durumdalar.
Aslında nerede ise bütün KÖİ işleri böyle. Yaklaşık 200 milyar dolarlık o KÖİ işleri ortada dururken, o KÖİ müteahhitlerine oluk oluk Hazine’den para akıtırken garsonun bahşişine göz koymak, motokuryenin vergisine akıl çalıştırmak vs başka bir şeydir.
Zaten fakirden alınan vergilerle zenginlere Hazine garantili yollar yapılmışken şimdi yine fakirin peşine düşmek başka bir akıldır.
YSS Köprüsü orada öylece duruyor… Aslında devletin olan o köprüyü alsanıza… Neden aklınıza gelmiyor.
Not 11: Erdoğan çok fazla Turgut Özal ile anılmak isteniyor ama Erdoğan’ın tam karşılığı Tansu Çiller’dir.
Rahmetli Özal’ın ise tam zıttı olan bir Erdoğan vardır.
Özal, 80’lerde yüzde 10 vergi oranı ve yüzde 20 kamu yatırım oranı ile çalışıyordu. Oysa Erdoğan yüzde 25’lere varan bir vergi oranı karşısında yüzde 8,5-9,0 kamu yatırımı oranında çalışıyor.
Kısaca Erdoğan çok para topluyor ama nerede ise çerez parası kadar yatırımda bulunuyor.
Erdoğan çok vergi toplayınca kamusal hizmetler mi iyileşti?
Mesela eğitimde kalite mi arttı?
Mesela sağlıkta daha iyiye mi gittik?
Ya da adalette…
Adeta çöküş yaşayan bir ülkeyiz. Toplum daha çok vergi ödedikçe baskısı artan, kalitesi düşen bir kamu yükü karşımıza çıkıyor.
Yollarımız paralı, eğitimimiz paralı, sağlığımız paralı ama vergimiz daha çok olsun istiyorlar.
Kamuya bakın mesela, son 2-3 yılda kamu istihdamı ne derce yükseldi. Kamuya çok istihdam aldık ama kamu hizmeti mi iyileşti?
İşte o nedenle diyorum ki bu kamuya daha çok vergi verdikçe daha büyük baskı ve daha az kamu hizmeti alınıyor.
Adeta bir canavarı beslemiş oluyoruz. Hem de kendi elimizle beslediğimiz o canavar bizi yedikçe doymuyor ve yeni yeni yemler istemeye devam ediyor.
Bilin ki bunun sonu yok… Ve bugün ödediğimiz tüm faturalar 2018 sonrasının büyük yıkımının faturalarıdır. O dönem alkışlayanlara bir sorun bakalım, herkes memnun mu?
Not 12: Eğer vücutta kan sadece bir organda yoğunlaşıp kılcal damarlar vasıtasıyla diğer organlara ulaşmıyorsa hayatiyeti sürdürmek de mümkün olmuyor.
Aynı şekilde paranın ve servetin (akım ve stokun) belli ellerde tekelleşip en ücra köşelere kadar akması önleniyorsa vücuttaki krizler gibi ekonomiyi de çıkmaza sokacaktır. Servet vergisi ve gelir dağılımı adaleti şart.
Not 13: Misafir de balık da üç günden sonra kokar. Ben kimseyi kumlu şekilde evime girerken görmek zorunda değilim. Bundan da 35 senedir dertliyim. Peder beyde iyi sabır var. Ben kimseyi sokmuyorum yatılı şekilde. Soran olursa evin dibinde oteller var geceliği 10 binden. Gitsin kalsınlar gün içinde görüşürüz. Sabah kalkıp tuvalete gidecekken 30 dk elalemi bekleyemem. Evde horlama çekemem.
Not 14: 4-5 yaşlarında çocuğu (kuzeniymiş) “öperek, yalayarak” TikTok ve İnstagram’dan paylaşarak “sevdiğini” iddia eden pedofili Duygu Özgül Kalebayır’dır. Ailesinin yanında da yapıyormuş onun için sorun yokmuş. Umarım en kısa sürede tutuklanırsın, o çocukta elinizden alınır pislikler.
Not 15: Kadın ve erkek rollerindeki değişimler, evliliğin getirdiği hukuki ve sosyal haklar, ekonomik belirsizlikler evliliği tamamen ortadan kaldırmaz ama muhtemelen farklı biçimlerde varlığını sürdürecektir.
Not 16: Evlilik dünya durdukça devam edecek.
Evlenenler azalır, çoğalır, boşananlar olur ne bileyim tekrar tekrar evlenenler… Dünya durdukça evlilik de duracak. Gençlik ve gençlik enerjisi sonsuz değil.
Bir süre sonra evde dizi izlerken çay içmek ve hanımla meyve yemek mutlu edici bir aktivite olacak. 20 yaşlarındaki akıllarınızla boşuna evliliği kötülemeyin, yapmayın..
Not 17: Bursa’da aynasını kıran motorcuya silah çekmiş vatandaşın biri. Kafasına kamera takan motorcu, ali kıran baş kesen oluyor. Ne demek adamın aracının aynasını kırmak? Sonunda olacağı bu. Sen trafikte terörist gibi davran, hiçbir kurala uyma, kaldırımları ve güvenlik şeritlerini işgal et, hoşuna gitmeyen bir şey yapan araç görürsen aynasını kır… sonunda biri gelir böyle dayar ağzına silahı. Burası Türkiye, sen kendi adaletini sağlamaya çalışırsan karşındaki de sağlar. Karşına sonunda böyle biri çıkar kaçacağım diye kıçından terleri akıtır. Anladığınız dilden konuşan biri çıksın karşınıza hep artistler.
Not 18: Devlet çarkı bir gün çark durduğunda bu duruştan zarar görmeyecek olanlar tarafından döndürülüyor... Türkiye’nin geleceği ülke dışından Türkiye’yi denetleyenlerin eline bırakılmış olduğundan devlete çalışanlar “kısa günün kârı” hesabıyla çalışıyor.
İsmet Özel, Cuma Mektupları-II
Not 19: Dünya üzerinde kötüye alışabilen bir tek yaratık vardır o da insandır.
İsmet Özel
Not 20: Çevremizdeki insanların mutluluğundan sevinç duyabilmek, iyi bir kalbin işaretidir. Kararmış kalpler, başkasının mutluluk ve sevincini sanki kendilerinden çalınmış zanneder. Haset, yüreğin kuduzudur.
Not 21: Şefkati geliştirmek için, dikkatimizi kendi duygu ve tepkilerimize değil, diğer kişiye odaklamalıyız. İlgi ve şefkat olmadan empati, ben odaklı bir deneyimdir, kendimiz sıkıntıya düşer ve kendi tepkimizle başa çıkmaya çalışırız.
Şefkat ise bunun tam tersidir .... Kendi duygularımıza ve tepkilerimize kapılıp gitmeyiz. İlgi ve yardım etme motivasyonuyla dolu dikkatimiz diğer kişidedir. Şefkat her zaman -tanımı gereği- öteki merkezlidir. Şefkat şöyle der: "Benim ne hissettiğim mevzu değil. Şu anda bu seninle ilgili."
Jenn Granneman, Sensitive.
Not 22: Sosyal medyanın gündemi sokaktaki gündemden çoğu zaman, çok farklı oluyor; halkın erken seçim gibi bir talebi olduğunu düşünmüyorum.
CHP seçmeni bile yeterince dile getirmiyor erken seçimi, onlar tam ikna olsaydı yönetim kaçınılmaz olarak seçim talep ederdi.
Not 23: Özgür Özel,
Mehmet Şimşek’le görüşmeler çok olumlu geçti.
Ekibimiz onlara gerekli şeyleri aktardı.
Şimşek’in programını çok beğendik, uygulanırsa iyi olur…. gibi açıklamalar yapmadı mı henüz?!
Not 24:
Bir ülkede zulüm varsa, gadr varsa, mazlum da vardır, mağdur da.
mazlum ve mağdur varsa, öç de vardır hınç da.
öç ve hınç varsa, din de vardır, dava da, hizmet de.
varolan hep bunlarsa, demek ki o ülkede akıl da yoktur, vicdan da, insaf da.
Not 25: Günümüzde kız ve erkek çocukların zihnen ve bedenen 18 yaşında “reşid” oldukları kabul ediliyor.
Bu durumda “reşid” olmanın iki koşulu var:
1. Bedenen erişkin olmak (bâliğ)
2. Zihnen erişkin olmak (âkil)
Kısaca reşid olmak, “âkil ve bâliğ olmak” demektir.
Arap örfünde sekiz-dokuz yaşında bir çocuğun yalnızca hayz ve ihtilam yoluyla (bedenen) erişkin kabul edilip babası tarafından evlendirilmesinin nedeni, çocuğun zihnen/aklen erişkin olup olmadığının önemsenmemesiydi. Çocuğun evliliğine karar veren babaydı, çocukların bu konuda seçim hakkı, hatta doğal olarak seçme yeteneği bulunmuyordu. Onun yerine baba düşünüyordu. Bugün yasal olarak ancak 18 yaşındaki bir gencin bu hak ve yeteneğe iye olduğu varsayılıyor.
Artık gençler, genellikle evliliklerini baba otoritesine bırakmıyorlar. Öyle ki şehir yaşamında eğitim-öğretim derken 30 yaşına değin evliliği erteliyorlar. Kız istenirken bile babalar, “Çocuklar aralarında anlaşmışlar, bize söz düşmez. Lakin yine de Allah’ın emriyle, Peygamberin kavliyle ….” diyerek adeti yerine getiriyorlar. Ebeveynin çocuklar üzerindeki tahakkümünü ortadan kaldıran çağdaş yaşamın ta kendisi. Bu nedenle babasının kendisini 9 yaşında evlendirmesini kabullenemeyen hiçbir genç, bu örf ve adeti yüreğinde haklılaştırmayı başaramayacaktır. Bedensel erişkinliği ölçüt alan kabileler çağını anlamak isteyenlerin önce çağımızda zihinsel erişkinliğin özünü kavramaları gerekir, çünkü modern çağ kabileler çağının aksine evlilikte bedeni değil, usu ölçüt alıyor. Şehirli/eğitimli gençler artık gözü kapalı evlendirilmeyi beklemiyorlar, bilakis kiminle evleneceklerine bizzat kendileri karar veriyorlar. Değişen din değil, tamıtamına örf.
Dücane C.
Not 26: Arap toplumunda kız çocukların yaşının “hayz+1” formülüyle hesaplandığı iddiası tümüyle bir şehir efsanesinden ibaret olup bu iddianın tarihsel hiçbir dayanağı (belgesi/bilgisi) bulunmamaktadır.