Aldatmalarda inanılmaz artışlar varmış..
Aslında şaşılacak bir şey yok. Yazılım böyle. İnsanoğlu doyumsuzdur ve sahip olduğu şeye uzun süre sahip olunca sıkılır. Cennet bile sıkar bir noktadan sonra. Yenilik şart. Eskiden erkek ya da kadın 40'a varmadan ölürmüş. 25'inin geçmiş kadın yaşlı sayılırmış. Şimdi biz 40'lı kadınlarımızla sevişmeye çalışıyoruz. Bu ne büyük çiledir!
Öte yandan iletim teknolojisi, sosyal medya, günlük kiralık evlerin bolluğu, Z kuşağının rahatlığı, internetin yarattığı yapay hayat sendromu ve ulaşım kolaylığı daha da tetikledi. Zevkperestlik zirve yaptı. Öbür taraf inancı da kalmayınca gelsin pompa demeye başladı kadınlar ve erkekler.
Sonuç olarak ne on emir kaldı ne töre ne kutsal öğretiler. Üstüne bedenin kılcal damarlarında dolanan ateşli duygular tavan yapınca çok partnerlik yeni moda oldu..
Resesyon:
Ekonomi resesyona giriyor. Genç nesil “stagflasyon” kavramını, geçmişte bizim öğrendiğimiz gibi ezberleyecek. Türkiye ekonomik krize 2017’den itibaren hızlı bir şekilde girdi. Hükümetin dahi ekonomistleri sıcak para politikaları ile kriz sürecini yavaşlattılar, ama daha da derinleştirdiler. Uzun süreli durgunluk içinde enflasyon, sıkı para politikası, halkın satın alma gücünün düşmesi yani yoksullaşma bütün diğer politik göstergelerin önünde iktidar denklemini belirleyecek. Kriz diyorsanız, daha işin başındayız. Kemerde sıkılacak 12 delik varsa, henüz birkaçı geçildi. Görünen o ki, iktidarın kışı çok sert geçecek ve Türkiye bambaşka bir bahara uyanacak.
Şu anda, hemen şimdi keskin bir “U” dönüşü ile iktidarın sığınabileceği en sakin liman hukuk devleti. Anayasa Mahkemesi kararlarına uymamak, doğrudan anayasal düzeni askıya almak demek. Böyle bir iklimde ağzınızla kuş tutsanız ekonomik krizi sonlandırmak için bekleyenlere umut vermezesiniz. Ekonomi güven ortamı istiyor. Hukuk ise güven ortamının en sağlam dayanağı. Osman Kavala ve Can Atalay için, daha genel ifade ile hukuksuzluk için vatandaş çok ağır bedeller ödüyor. AK Parti de iktidarını kaybediyor. Bir sembole dönüşen bu iki ismin durumunu, ekonomik krizin sebebi olarak görmeyi denemelisiniz.
Retorik, ekonomik kriz gibi insanın derisini de canını da yakan bir ateşi söndüremez. Konuşma metni yazanların bu retorik için icat ettikleri fikirler de parti mutfağında pek karşılık görmez. 23. yılda AK Parti lideri “yeni bir siyaset diline ihtiyaç”tan bahsediyor. “Zamanın ruhu toplumu dönüştürürken siyasal alanı yeniden tanımlamakta” diyor. “Kapsamlı bir değişim”den bahsediyor, “siyaset yapılacak yer” olarak “toplumun merkezi”ni gösteriyor. Sözler etkileyici ama ya karşılığı? İktidar gücü hala değişimi domine edecek nitelikte; ama sonra bu değişimi birkaç ilçe belediye başkanının transferine indirgiyor.
AK Parti teknokrat-bürokrat ağırlıklı bir partiye dönüştü. Halkla teması olan, halkın dilini konuşan eski tip politikacıların önüne yeni fırsatlar çıkabilir.
Ekonomik krizi hafifletmek için dışardan sıcak para gerekiyor. Ekonomik krizden çıkış uluslararası aktörlerin insafına kalmış durumda, iktidarın geleceği de.
Ekonomik krizden çıkış halkın satın alma gücünün kısılması, yani daha çok yoksullaşması ile mümkün görünüyor. Aksi durumda krizin derinleşmesi ihtimali iktidar için daha yıkıcı bir alternatif. İktidar başka herhangi bir sebepten değil, sadece mutfaktaki yangından dolayı el değiştirebilir. Ekonomik krizden çıkışın başka alternatifi olmadığı için siyasî rekabet kadroların, ideolojilerin ve düşmanların üzerinden yürüyecek.
Hızlı ve etkin karar mekanizması olarak tasarlanan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin önü, “güçlü devlet” propagandası ile açıldı. Güçlü devlet zeki, çevik ve proaktif bir devlet değildir, hantal bir cüsseden ibarettir. Bu hantal cüsse ise gücünü, imtiyazları ve dokunulmazlığı artan bürokrasi ile gösterir. Hiç vatandaşa tebessüm eden, onun sorunlarını çözmek için yerinden kıpırdayan bir bürokrat gördünüz mü? Bürokrat sadece kendini atayanı memnun etmeye çalışır. Demokrasiler devleti hukukun içine sokarken aynı zamanda akıl ve mantık sınırları içinde de tutar. Ekonomik kriz, yeni sistemin sorun çözme ve kendini dengeleme yeteneği olmadığı için çıktı. Siyasetçinin yerini bürokrat aldı. Sistem, talepleri alıp kamu hizmeti ve ürünlerine dönüştüremedi. Bu sistemin içinde kaldığımız sürece ekonomik krizin geride kalması mümkün değil.
Girdiğimiz yolda, uğrayacağımız menzillerde ve seçim gibi elimize geçecek somut bir sonuçta 23 yılını geride bırakan AK Parti’nin tek şansı bulunuyor: Sol totaliteryanizmin yükselişi. Ekonomik kriz sayesinde AK Parti’nin tekel oluşturduğu toplumun merkezi, CHP’nin sürebileceği bir tarlaya dönüşüyor. AK Parti iktidarının 23 yıllık macerası bir ütopyanın, elma şekerinin sapının kalması gibi eriyip çöküşüne sahne oldu. CHP’nin kemik seçmen kitlesinin hala bir ütopyası var. Nutuk’un kapağını açmamış, Medenî Bilgiler kitabından haberi olmayan Atatürkçüler ile laikliği bir din mertebesine yükseltenler vülger pozitivistler totaliter bir ütopyanın peşine takılacaklar. AK Parti otoriterliği ile CHP totaliterliği kafa kafaya çarpışınca muhafazakârlık dışardan gelecek dalgalarla ve milliyetçi oyların DEM karşıtı desteği ile yeni bir ivme yakalayabilir.
Bu yolu açmanın çaresi bile hukuka dönüşten geçiyor.
Hukuksuzluk artık muhalefetin değil AK Parti’nin eziyet çektiği, üstelik iktidarı kaybettiği bir tuzağa dönüşüyor.
Son söz: Hiçbir problem onu yaratan bilincin sayesinde çözülemez..
Not 1: Nasıl sevdiyse öyle kalmalı insan,
değişmek mevsimlere yakışır. C.Zarifoğlu
Not 2: Bu dünya soğuk.
Rüzgâr genelde ters yöne eser. Limon ağaçları kurur, bahaneler hep hazır, güzel günler çabuk geçer.
Not 3: Türkiye’de adam “en iyisini ben yaptım” dediği zaman “en çok İslâm’dan uzaklığa teminatı ben verdim” diyor.
İsmet Özel, İstiklâl Yürüyüşleri
Not 4: Ortadoğu’daki bütün karışıklıklar İsrail’in sıhhatine hizmet ediyor.
İsmet Özel, 11 Temmuz 2015
Not 5; Emeklilik için en uygun olanı ABD hisselerine yatırım yapan fonlar. Ancak bu fonları almak için bazen emeklilik şirketini değiştirmek şart oluyor. İkinci sırada ise altın var. Yani eğer ABD hisselerine yatırım yapamıyorsanız altın yatırımının dışında emekliliğe kadar tutmaya uygun varlık maalesef bulunmuyor.
Not 6; Neredeyse bütün bakanlık binaları iki de bir sözüm ona tadilat tamirattan geçiyor!
Bakanlık bütçesinin önemli bir kısmı “tadilat tamirat” yapıldığı gerekçesiyle yandaş şirketlere aktarılıyor, oradan da herkes kendi payını (!) alıyor.
Devlet, tepeden tırnağa soyuluyor.
Not 7: Mehmet Ali Birand: ABD’deki malvarlığınızı Türkiye’ye getireceğinizi ve Mehmetçik Vakfı’na bağışlayacağınızı söylediniz, ne oldu?
Tansu Çiller: Vazgeçtim
Not 8; Kemal Kılıçdaroğlu’ndan ince mesajlar:
Hacı Bektaş dergahı, ihaneti görenlerin, yarı yolda bırakanların ve kötülüğe uğrayanların son sığınağıdır. Burası son kaledir.
Not 9: Oklokrasi zübüklere ve çapsızlara kariyer imkanı sağlayan rejimin adı...
Not 10: biçimsiz bir halayın sonuna eklemlenip
hiçbir şey olmamış gibi
misafir ağırlamamı bekliyor hayat
çünkü ben
ömrüme yabancıyken
herkese ev sahibi..
Not 11: Yalnızlık sevgili gibi boylu boyunca uzanıyorsa koynuna
Olur olmaz yere ıslanıyorsa kirpiklerin artık her şeye
Anneni daha sık anımsıyorsan hatta anlıyorsan
Kalbini bir mektup gibi buruşturulup fırlatılmış
Kendini kimsesiz ve erken unutulmuş hissediyorsan
İçindeki çocuğa sarıl sana insanı anlatır.
Not 12: “Ey iman edenler! Sabredin. Sabır yarışında düşmanlarınızı geçin. (Cihat için) hazırlıklı ve uyanık olun ve Allah’a karşı gelmekten sakının ki kurtuluşa eresiniz.” (Al-i İmran,
Not 13: vurma kazmayı
ferhâaad/ he'nin iki gözü iki çeşme
âaahhh/dağın içinde ne var ki
güm güm öter
ya senin içinde ne var
ferhâaad”
(Asaf Halet Celebi/He)
Not 14: Bir kopyaya değer vermek ve onu takdir etmek orijinali bir daha tahayyül edememeyi de beraberinde getirir. Hakikate âşık olduğunuzda ne pahasına olursa olsun kopya gözünüzde bir yer edinemez. Âşık olduğumuzda sadece orijinali görürsünüz. Önemli olan hakikatin ağırlığını kaldırıp kaldıramayacağınızdır. Önemli olan da budur. Hoşça bakın zatınıza…
Not 15: Herkesin sadakati kendisine talep ettiği bir yerde hakikate sadakat zor bir talip olma hali. Her şeyin kendisine sadık olmasını isteyenlerin bütün buna rağmen, hiçbir şeye sadık olmamaları da sadakatin ne denli aletleştirilebileceğinin bir göstergesi haline geliyor. Zemin ve zaman çok kaypak, kavramlar hızla anlam kaymasına uğratılabiliyor.
Not 16: Ezberleri dışında kıymetli bir şey yok. Onlara bakmamızı istiyorlar ve kendilerine inanmamızı bekliyorlar. Ellerinde masa gibi tuttukları tahrif edilmiş kavramlarla ağzımızı, kulaklarımızı, gözlerimizi kapamaya çalışıyorlar. İnanmamızı istedikleri sahteyi hakikat kılığına ne kadar sokmaya çalışırlarsa çalışsınlar hakikat boya badana tutmayacak kadar gerçek ve yalın bir şey. Nesnelerin, olguların çaresizliğine, penceremin dışındaki pis düzeneğe kurşunî gökyüzünün altında, nasıl hakikati yonttuklarına bakmamı istiyorlar. Acıklı çabalarını izlememi ve bu cabaya ortak olmamı istiyorlar.
Herkes, hakikatin sesi duyulmayacak hale gelene kadar konuşmaya çalışıyor. Kavramlar çoktan kirlendi üstelik konuşacak zamanda kalmadı. Bizden umut etmeyi, hayret ve gayreti bırakmamızı istiyorlar. Bu olursa onlarda rahatlayacak bu deli gömleğini başımıza saranlarda… Veli’nin dediği gibi “şuurundan öte şerefin yok!”
Not 17: Yüksek zeka + Düşük gelir = Öfkeli insanlar
Düşük zeka + Yüksek gelir = sinsilik
Yüksek zeka + Yüksek gelir = Tanrı kompleksi
Düşük zeka + Düşük gelir = Çok dindar insanlar
Varlığın yüksek frekansına hangi yöntem ve akıl ile erişebiliriz ?
Not 18: Bir ülkede namuslu olmanın bedeli namussuz olmaktan fazlaysa o ülke namuslular için cehenneme dönüşmüştür..
Not 19: Yol isteyen AMBÜLANSA yol verilir.
İsterse BOŞ olsun.
Sonuçta, hastaneye ne kadar çabuk dönerse, o kadar iyidir.
ÖKÜZ çok arttı trafikte.
Not 20; PKK strateji değiştirdi.
UYUŞTURUCU parası ile, neredeyse her yerden işletme topluyorlar.
Karadeniz dahil.
Mafyaya mı dönüşecekler?
Not 21: Özgür Özel veya diğer muhalif liderler kendilerine şunu soruyorlar mıdır?
Her ne sebeple olursa olsun, DEM Parti’ye yönelik Bahçeli kadar neden cesur adım atamadık, atamıyoruz?
Sırf “terörist” yaftası yemeyelim diye neden hep korkak ve ürkek davranıyorsunuz?
Bunu neden aşamıyorsunuz?
Not 22: Dişimle, tırnağımla, elimle, avucumla, denizi baştan başa yaran Musa’nın asasıyla, yeryüzünü mürekkepsiz bırakacak bir yeminle yazıyorum seni, vaat edilmiş helvaya, bıldırcına, ekmeğe ve suya…
Sanık sandalyesindeyim, hükmü çoktan verilmiş yargısız bir infazın ortasında..
“Suçun var” dediler ve “geride bıraktığın tanık; kalbinin ilk halkasında, çepeçevre kuşandığın, çarmıhlara gerilecek büyük yeminler içmişsin kutsal kaseyle..
Bir havari, bir sahabe bırakılmış rehbersiz, hala kanı ellerinde..”
Yıldızların, göğün, yerin, daha önce hiç geçilmemiş çöllerin, üzümün, zeytinin, incirin ve senin ve senin ve senin adına yemin olsun..
Gelsin en acı çile..
Yükselirse bir defa bile göğe ahım..
Ebede kadar boynumda asılı kalsın günahım..
Hüzünlerim allı morlu desenlerle sarılmış kimsesizlik bayrağına..
Erdemim, onurum, azmim serilmiş toprağından koparılmışların ayağına..
Kime varsa hasretim, kimin varsa bana hasreti, havale etmişim arşa..
Ve seni binbir yeminin arasından çekip yazmışım avucuma..
Ayağa kalk ey tanık..
Gel otur yerime!
Dayanabiliyorsan biraz da sen dayan!
Bitsin artık bu dava..!
Not 23: Edirne'de çocuğuna köpek saldıran baba, köpeğin sahibini bıçaklamış. İyi etmiş eline sağlık diyesi geliyor insanın; sorumluluk gereği diyemiyorum.
Not 24: Halk, hayat pahalılığı ve işsizlik sarmalında kendini değersiz ve çaresiz hissettiği için cinnet geçiriyor. siyasetçiler, bürokratlar, gazeteciler, din adamları ve sivil toplum kuruluşları da vatan, bayrak palavraları ile gününü gün ediyor. çok acayip bir dönem...
Not 25: Kahvaltıda sıcak ekmeğin içine erzincan tulum peyniri koyup çay ile birlikte götürene lüks tüketim vergisi gelsin.
Not 26; Kimseyle tartışmaya girmediğim bir evredeyim. biri 3199 yılında veya 277 yılında olduğumuzu söylese, hadi ya, o kadar oldu mu deyip geçiyorum. minimum itiraz, maksimum huzur.
Not 27: "jin, jiyan, azadî", "kadın, yaşam, özgürlük", ya da "woman, life, freedom"... hangi dilde yazdığınız, söylediğiniz fark etmez. kadının, yaşamın ve özgürlüğün birbiriyle ilintili olduğu, biri olmadan diğerinin olmayacağı gün gibi aşikâr.
Not 28; Babam, kamyon şoförüydü. köyde iyi kötü bir evimiz vardı. doksanlı yıllarda 90 lı yıllarda Maraşa geldik; küçücük imkanlarıyla bir arsa aldı, üstüne de bir ev yaptı ve 47 yaşında fiilen emekli oldu. biz, 25 yıldır eşek gibi çalışıyoruz, bir daire parası çıkaramıyoruz. cumhuriyet tarihinden beri, bir önceki nesilden daha fakir tek nesil, bizim nesildir sanırım. belki de bu yüzden çocuklarımız üzerinde eski nesiller kadar otorite kuramıyoruz.
Not 29: Obama, Trump'a karşı Kamala'ya omuz vermek üzere kampanyada.
Böylesine başarılı konuşan başka bir politikacı var mıdır bilmem. Bill Clinton da çok etkili bir hatipti gerçi.
O seviyeden Trump'a inmek ABD için inanılmaz büyük bir irtifa kaybı.
Not 30: “İşte lânetli Karl Marks... Kim izin verdi Lübnan'a gelmesine?
Hangi Lübnan konsolosluğu giriş vizesi verdi ona?
Niçin kontrol etmediler çantalarını havaalanı gümrüğünde?
Bu lânetli Karl Marks evimizi yıktı, kadınlarımızı dul koydu, çocuklarımızı yetim kıldı. Lübnan toplumunun tarihsel bağlarını kopardı.
Onu asla sevemem. Asla sevemem onu.
Bir gün onu Burç/Kale meydanında halk lokantalarından birinde fasulye yerken görmüşler. Sıradan insanlarla konuşuyormuş, onlara broşürler ve inanca ilişkin kitaplar dağıtıyormuş.
Bu adamın öteki turistler gibi bir turist olmadığını anladım. O yıkıcı bir plânı gerçekleştirmeye; gözü kaşa karşı, ayağı başa karşı Bistat tüccarını El-Hamra Caddesi tüccarına karşı, teneke evleri alüminyum evlere karşı kışkırtmaya gelmişti.
Allah'ın yarattıklarına neden karışıyor Karl Marks? Neden tanrısal gidişi değiştirmeye kalkışıyor?
Geceyi ve gündüzü yarattığı gibi yoksulluğu ve varsıllığı yaratan da Allah'tır. Acıbakla ve sarıleblebi yiyenleri yaratan da O'dur; havyar ve şriyan yiyenleri, Napolyon konyağı içenleri de.
Eşekleri yaratan da, Rolse Royce arabaları yaratan da aynı Allah. Örme pabuçları yaratan da, Pierre Cardin mallarını yaratan da O. Hasır üzerine doğan çocukları yaratan da O, maket üzerine doğan çocukları yaratan da.
Gözyaşlarını içenleri yaratan da O'dur, İvian ve Vichy sularını içenleri de.
Lânetli Karl Marks, beyrut'a gelmeden önce hayat yağ ile bal idi. Herkes Allah'ın verdiği kısmete razıydı.
Yoksullar yoksulluklarına razı, varsıllar varsıllıklarına razıydı. Başlar ve ayaklar birbirleriyle geçiniyor ve Lübnan mucizesine inanıyorlardı.
Karl Marks bizi şereflendirdikten; seyyar satıcıların, inşaat işçilerinin, liman hamallarının, servis şoförlerinin, sakız ve piyango bileti satıcılarının dostu olduktan sonra; işçi sendikalarına, öğrenci birliklerine üye olduktan sonra her şey sarsılmaya başladı. Ayaklar, düşük insanlık koşullarının değişmesini istemeye başladı.
Öfke patladı. Mazlumlar zulümlerden Allah'ın sorumlu olmadığını kavradılar. İnsana zulmeden, derisini yüzüp yiyen yine insandı.
Havyar ve şriyan yiyenlerin ortaya çıkması için Beyrut'un yanması zorunluydu. Yoksulluk kâfirdi. Açlık kâfirdi. Hastalık kâfirdi. İnsan aç kaldığı zaman dişlerini ayın etine bile geçirirdi."
Ben Beyrut/Nizar Kabbânî