Aksa tufanı..
7 Ekim günü sabahı Hamasın İsrail üssüne yaptığı saldırı ve ertesinde olanlar dünyaya şok yaşattı. 6 Ekim 1973 Yom Kippur savaşının 50. yılında İsrail...
7 Ekim günü sabahı Hamasın İsrail üssüne yaptığı saldırı ve
ertesinde olanlar dünyaya şok yaşattı. 6 Ekim 1973 Yom Kippur
savaşının 50. yılında İsrail istihbaratının bu kadar beceriksiz ve
zayıf kalmasını normal bulmuyorum. Saldırı, direkt İsrailli
sivillere yönelik ve orantısız güç kullanımını meşrulaştırıcı
nitelikte.
Olan maalesef yine iki taraftan sivillere olacak.
El Kaide’yi, IŞİD’i, Boko Haram’ı kim kurduysa Hamas’ı da o
kurdurdu?
Dünya Müslümanlarını “terörist imajı” ile eşleştirme işini
başarıyla yapan küresel cihatçılar (!) en çok İslam’a zarar
verdiler.
Hamas da Filistin Kurtuluş Örgütü’nün sürdürdüğü haklı ve milli bir
davayı önce dini ve radikal bir mecraya çekti; şimdi de bir canavar
formuna sokma görevini ifa ediyor.
Kime hizmet ettiği ortada..
İsrail’den gelen görüntüler ağır bir saldırı altında olan
sivillerin dramını yansıtıyor. Gerçekten çok feci videolar,
fotoğraflar bütün sosyal mecrayı kaplamış durumda.
Peki, neden çatışma görüntüsü yok? Kadınları bile zorunlu askerlik
görevi yapan, tepeden tırnağa silahlı bir halk neden direnmiyor? Ya
da öyle görünüyor? Askerler, polisler, MOSSAD nerede?
Oldukça garip doğrusu.
Hamas'ın operasyonunda neredeyse, denizden , havaya bütün kuvvetleri uyumuş(!), kaçmış savunma sistemleri susmuş(!)ve tanları karakollarda bırakılmış işgalci güçlerin hâli şunu aklımıza getirir mi: Bir işgal yapılanması olarak İsrail'i kuran Siyonist çelik çekirdeği yumuşatmaya, dönüştürmeye çalışan ve bunun için yıllardır şahit olduğumuz; çelik çekirdeğin adamı Netanyahu'ya karşı "yeni, liberal bir anayasa" söylemiyle sokaklarda protesto eden yüzbinleri yönlendiren neoliberal güçlerin içeriden bir kumpası olabilir mi? İsrail'i, küreselci güçler, içerden düşürerek, bir dönüşüme zorluyor olabilirler mi? Terkedilen tankların, boşaltılan karakolların, radarları çalışmayan savaş gemilerinin, uykuda yakalanan general ve subayların ve en önemlisi Mossad ve Şin Bet'in ortada gözükmemesinin yani, işgalci siyonistlerin nasıl bu hâle düştüğüne dair sorular var.
Filistin'de bugüne nasıl gelindiğine dair zerre malumatı olmayanlar gibi yine çiçek böcekli hümanizm edebiyatı kokan mesaj vermekten uzağım. Ve fakat Hamas mücahitlerinin İsrailli sivil kadınlara yaptığı orantısız muamele bir müslümana yakışmıyor. Rabbim bizi düşmanımıza benzemekten korusun. Allah mazlum kardeşlerimizi muzaffer eylesin, yerlerine yurtlarına kavuştursun. Allah bu zor gece(ler)de gelecek günlerde, sonraki zamanlarda mazlum Gazze halkına yardım etsin, onları muhafaza eylesin.
Not 1: Türkiye'deki durumu başıboşluk sahipsizlik olarak özetliyorum. Karı umreye gidiyor sonra enistesiyle böyle dans edebiliyor. Küfür kıyamet uyuşturucuyu söylemiyorum bile . Karışan yok otorite yok gel bakalım hayırdır sen diyen yok. Alabildiğine dini kullanma özgürlüğü.
Not 2: Haziran 2016’da ortalama aylık brüt ücret 2.530 liradan
Haziran 2023’de 17.690 liraya yükselmiş. Burada asgari ücret artışı
8,4 kat olmasına rağmen ortalama ücret artışı 7,0 katta kalmış.
Yani asgari ücret dışında kalan ücretlerde artış oranı emekli
maaşlarındaki gibi 5-6 kat arasına sıkışmış.
Bu ne anlama geliyor?
İslami söylemlerle kurulan «Sanal-Yalan Dünya” hem ücret olarak hem
de vergi olarak Türk Halkının sırtına feci şekilde yükletilmiş. Ama
resmi enflasyona göre artırılan ücretler bu fiyat artışlarının
oldukça gerisinde kalmış.
O nedenle bugün bana en büyük günah nedir diye sorarsanız ilk
cevaplarımdan biri şu olacaktır: Gerçekliği yansıtmayan resmi
veriler eşliğinde fakirleştirilen Milletin hakkıdır.
İyi ama Millet bu hakkın peşine koşuyor mu? Millet hakkını arıyor
mu?
İHA-SİHA yaptık ya; köprü otoyol yaptık ya...
Onlarla yetinin.. Afiyet olsun, geçmiş olsun.
Sanal-Yalan dünyanın fakirleşen toplumuna da bu yakışır.
Not 3: Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek göreve geldiğinden
bu yana Dünya’yı turluyor ve para arıyor. Belli ki henüz bulabilmiş
değil. İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya da, çetelere çöküyor. Belli ki
henüz bitirebilmiş değil.
Her iki bakan da seçimden sonraki Türkiye’nin “aks değişiminin”
simgeleri. “Normale dönüş” başlığıyla sunulan bu değişimde kritik
görev Mehmet Şimşek’in omuzlarında. Para bulamazsa, çetelerle
mücadele akamete uğrayacaktır. Zira konu, sadece hukuki değil aynı
zamanda da ekonomik. Çetelerle mücadele konusu, Türkiye’nin en
hızlı büyüyen, ekmek su kadar ihtiyaç duyduğumuz döviz girişi
sağlayan sektörünü ilgilendiriyor; yani suç sektörünü… Sektör
öylesine palazlanmış ki, bu sektörün çökertilmesinin ekonomik
maliyeti üzerine düşünmeye değer.
Bunca çete, elde ettiği suç gelirlerini bir bankaya yatırmak, yani paralarını aklamak zorunda. Bankalar da kendilerine yatırılan bunca paranın kaynağını tespit etmekle sorumlu. Parasal büyüklük ve müşterinin geçmişi uyumsuzsa, banka MASAK’a şüpheli işlem bildiriminde bulunuyor. Bu yazıyı okuyan siz, maaş hesabınızda bir anda milyon dolarlar görürseniz, emin olun bu durumdan, sizden önce MASAK’ın haberi oluyor ve denetim süreci başlıyor. O halde para aklamak istiyorsanız, dikkat çekmemek zorundasınız. Fakat dijitalleşmenin ve yapay zekanın yaygınlaştığı çağımızda, bu tip şüpheli işlemleri tespit etmek kolaylaştığı için sadece Türkiye’de değil dünyada da para aklamak eskisinden daha zor. Bazen lüks otomobil ya da gayrimenkul ediniliyor, bazen para dikkat çekmeyecek kadar küçük parçalara bölünüp, binlerce banka hesabı aracılığıyla sisteme sokuluyor, bazen Kapalı Çarşı gibi nakit akışının çok yüksek olduğu mekanizmalardan faydalanılıyor, bazen yurtdışındaki Off Shore bankacılık kullanılıyor. Öyle ya da böyle büyüklüğü milyar dolarlarla ölçülen suç gelirleri, Türkiye’nin bankacılık sistemine giriyor ve ilginçtir, bu para ekonomiye cansuyu veriyor.
Şimşek dünyayı dolaşıp para arıyor, Yerlikaya ise çetelere çöküyor. Her ikisinin de başarısı birbirine bağlı. Zira Şimşek para bulamazsa, Türkiye ya büyük bir ödemeler dengesi krizini omuzlayacak ya da son 5 yılda yaptığı gibi yeni varlık barışlarıyla kayıt dışı para girişlerine bel bağlayacak. Belki de Şimşek’in başarısızlığı, sadece kendisini değil Yerlikaya’yı da koltuğundan edecek. Çünkü Yerlikaya’nın çetelere yaptığı operasyonlar Şimşek’in para bulması için gereken zamanı daraltıyor. Şimşek para bulamadıkça, suç sektörünün yarattığı paranın önemi artıyor. Böylece, birisi güvenlik diğeri ekonomi alanındaki iki bakanın kaderi tuhaf biçimde birbirine bağlanıyor.
Not 4: Toplumun içine sürüklendiği kötümserlik ve umut krizi;
içine kapanmaya, siyasal mücadeleden çekilmeye, daha da kötüsü
teslimiyete doğru evriliyor. Böyle bir travmanın oluşmasının en
önemli nedeni; kitlelerin muhalefet tarafından aldatıldığına, hatta
“ihanete” uğradığına inanmalarıdır.
Eğer bu umut krizi ve geri çekilme hali aşılamaz ve toplum yeniden
ayağa kaldırılamaz ise tarihsel-siyasal maliyeti ağır olacaktır.
Toplumda giderek yayılan, “her şey bitti” duygusunun, bir an önce
tersine çevrilmesi gerekiyor.
Doğu toplumları acı çekmekten mistik bir tat alan bir kültüre sahiptir. Acılarını bu nedenle, derinleştirir. Bu tutum bir yanıyla kabulleniş ve yasa, diğer yanıyla ise öfkenin bilenmesine ve yeni bir savaşa/mücadeleye açılan bir kültürdür. Hangi yöne evirileceğine söz konusu acının kaynağını ailenin ya da topluluğun birleşimi olan önderleri karar verir ya da yön gösterir. Ayağa kalkmak için yapılacak ilk hamle, seçimlerin ve iktidarın ahlaki ve siyasal meşruiyetini sorgulamaktır. Dolayısıyla muhalefetin tartışıldığı, hatta dövüldüğü kurguyu değiştirmektir. Ortada adil ve demokratik bir seçimle zafer kazanmış bir iktidar yok. Hile, kara propaganda, yalan ve iftira var. Öncelikle yapılması gereken şey, iktidarın ahlaki ve siyasal meşruiyetini tartışmaktı.
Not 5; Biz neden çip üretmiyoruz diye sorduğumda Kamu ses vermiş
eski bakanlardan biri; “ürettik, hem de en alasından, adını da
ÇAKIL koyduk” demişti. Evrene beton gözlüğüyle bakmak böyle bir
duygu olsa gerek ki çipin adını dahi betonun bileşenlerinden olan
çakıldan koyuyorsun. Tuhaf ama gerçek...
İyi de ne olacak bizim halimiz? Olacağı şudur; akıllı eşya çağında
çaydanlık bile çip ile üretilirken eğer bu “teknolojik hammaddeyi”
kendimiz üretmez isek hem çip ambargolarının kurbanı oluruz hem de
ihracatımız cheap (ucuz) olmayı sürdürür. Beklentim, sanayicimizin
bu işi mutlaka ele alacağınadır.
Elden gelen çip öğün olmaz, o da vaktinde bulunmaz.
Dünya, aldı başını gidiyor. Biz hala EYT, Anayasa, seçim ekonomisi, enflasyon, faiz, kur ile uğraşa duralım, üretimin niteliği değişiyor. Oysa Türkiye üretim kasları gelişkin bir ülke ve bizim acilen sanayimizi dönüştürmeye ihtiyacımız var. Biliyoruz ki Anadolu’da nitelikli üretim gayretinde yığınca şirketimiz bulunuyor. Fakat çip gibi devasa girişimler, kamu desteği ve önceliği yoksa, yürümüyor. Tercihimiz; “beton, elden dilendiğimiz para ile seçmene tüketim sunmak” olduğu sürece nal toplayacağız. Oysa şimdi uyanma vakti, ÇİP vakti…
Not 6: Bundan yirmi-otuz yıl önce emekli olan memur ve işçi
emekli ikramiyesi ile iyi kötü bir ev alabiliyordu. Peki şimdi bu
mümkün mü? Nerede! Başta ev olmak üzere her şeyin fiyatı
tırmanırken emekli ikramiyesi reel olarak geriledi ve makas
öylesine açıldı ki şimdi ikramiye ile evin belki bir odası
alınabilir!
Yıllar yılı büyük kentlere doğru yaşanan göç niye tersine döndü?
Büyük kentlerde kiralar son birkaç yıldır ele geçen maaşı neredeyse
tümüyle yutar hale geldi. İnsanlar bırakın ev almayı, kirayı bile
karşılayamaz oldu.
Üniversiteyi bitirmiş, şanslıysa iş de bulmuş bir genç, İstanbul'da
Ankara'da gelirinin belki üçte ikisini kiraya ayıracak; kalanla
gençliğini mi yaşasın, araba mı alsın, tatile mi gitsin?
Emekliler mi, onların durumunu girişte anlattım. Market market
gezip rafları inceleyenler genellikle onlar. Yıllarca çalışmış, bu
ülkeye hizmet etmiş insanlar hayatlarının son yıllarını market rafı
inceleyerek geçiriyor.
Çocuklar anne babalarını çekiştiriyor; dondurma aldırabilmek
için.
Ama biraz sabır, şunun şurasında iki yıl kaldı; 2026’da refaha
kavuşacağız!
Hayat pahalılığında yirmi-otuz yıl öncesinden niye daha kötüyüz,
işte onu karıştırmayın!
Hayat pahalılığı öylesine bir boyuta ulaştı ve standartlarımızı
öyle bir düşürdü ki, yıllar önceki düzeyleri yakalamak hiç mi hiç
mümkün görünmüyor.
Nedense aklıma çocukluğumda büyüklerimden çok duyduğum “Allah
bugünümüzü aratmasın” sözü geliyor.
Onlar bu sözü daha çok sağlık durumları için kullanırlardı ama
galiba bu söz artık ekonomik durum için de sık sık tekrar
edilecek.
Not 7: 4 adet şeftali 65 lira...
Not 8: Evrensel bir tanımın olmamasına rağmen, bazı temaların muhafazakar düşüncede ortak olduğu kabul edilebilir. Michael Oakeshott'a göre “muhafazakar olmak tanıdık olanı bilinmeyene, denenmişi denenmemişe, gerçeği gizeme, gerçek olanı mümkün olana, sınırlı olanı sınırsıza, yakını uzağa, yeterli olanı fazla olana, uygun olanı mükemmele, şimdiki kahkahayı hayalî mutluluğa tercih etmektir.” Yani muhafazakârlık aslında elinde olanın kıymetini bilmek, ata sözünde dendiği gibi “Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmamak”, yani tarihsel birikim sonucunda miras alınan değer, norm ve davranışları bilinemeyecek ve anlaşılamayacak yeni değer, norm ve davranışlara tercih etmek anlamına gelmektedir. Bu tür bir gelenekçilik, 'ölülere oy' veren toplumsal örgütlenmenin zamanla test edilmiş yöntemlerine duyulan güvenin bir yansıması olabilir. Gelenekler aynı zamanda o toplumdaki insanları bir araya getiren bir kimliğe aidiyet duygusunu da temsil edebilir.
Siyaset filozofu Yoram Hazony, geleneksel muhafazakar bir toplumda üyelerin, yaş, deneyim ve bilgelik gibi faktörleri içeren sosyal hiyerarşi içinde onurlandırıldıkları ölçüde önem ve etkiye sahip olduklarını ileri sürer. Dolayısıyla Hazony’ye göre muhafazakârlık bu bireylerin sahip oldukları güç ve itibarı koruma içgüdüsü ile güç ve itibarlarını kaybetme korkusuna dayanır. Her iki düşünüre göre toplumlarda gücü ve üretim ilişkilerini kontrol eden zümreler bu gücü kaybetmemek için muhafazakâr görüşleri sahiplenirler.
Not 9: Kendinden genç adamlara bakan, onları kovalayan orta
yaşlı kadınlar,
Öksüren, boğaz temizleyen adamlar,
Cırtlak sesli kadınlar,
Kart sesi ile kahkaha atan kadınlar,
Mekan meraklısı kadınlar,
Mekan meraklısı kadınlara yakalanan erkekler,
Yaz sezonu boyunca müşteri kazıklamayı kafasına koyan mekanlar,
Sabahtan akşama, o ev bu kadar euro, şu ev bu kadar dolar diye
konuşan insanlar,
Dengeli, çok efendi insanlar,
Dengesiz çok tuhaf insanlar,
Çeşit çeşit insanlar.
Türlü türlü hikayeler.
Günün sonunda geldiğim noktada
Altını çizeceğim ve son kararım olan tek konu.
Kadınlar mutlaka ödeşiyor.
En çok kadınlar ödeşiyor canım.
Kadınlar unutmuyor.
Kadınlar her durumdan vazife çıkarıyor.
Aklı pıt pıt ödeşmek için sağa sola çalışıyor.
Ahhh kadınlar ah.
Ne kadar yorucu varlıklar.
İnsanın içini şişiriyorlar.
Allah’tan erkekler, kadınların bu konularını hiç takmıyor.
Not 10: Hacı İzzet Park'ında, dünya tatlısı oyuncu Seda
Fettahoğlu ölü bulunuyor.
Seda 44 yaşında, başından silahla vurulmuş şekilde bulunuyor.
Polis inceleme yapıyor, sonunda intihar ettiği anlaşılıyor ve ölüm
nedeni olarak kabul ediliyor.
Çantasına bakıyorlar, çok sayıda antidepresan bakıyorlar.
Yazılanlara ve anlatılanlara göre, Seda uzun süredir dizilerde iş
bulamıyor ve bunalıma giriyor.
İçim acıdı.
Çok üzüldüm.
Dizi sektöründe, çok iyi oyuncu arkadaşlarım var.
Anlatıyorlar.
Ve anlatılanlar çok kötü.
Köşeyi tutanlar var.
Her sezon kendi eşrafı ile çalışan, hep torpilli iş bulan ve yer
bulan insanlar var.
Cast direktörü kendi cast’ını kendi yakın arkadaşlarından yapıyor,
kendi oyuncularını oynatıyor.
Magazinin star yaptığı oyuncular var.
Instagram takipçi sayısına göre iş kapan oyuncular var.
Kabiliyetsiz, suratı güzel, ilişkileri nedeniyle rol kapan
oyuncular var.
Ve böylece gerçek oyuncular, kimsenin aklına gelmeyen oyuncular
var.
Ve oynayacak dizi bulamıyorlar.
Bilenler sektörü böyle anlatıyorlar işte.
Dahası var da.
Ne elim ne dilim varır.
Bir dizi biterken, nefes almadan diğeri başlayan dizi sektöründe,
iş bulamamak ne demek anlamak çok zor.
İnsanın aklına ister istemez şu soru geliyor.
Gencecik bir oyuncuyu intihara sürükleyecek kadar iş bulamamanın
sorumlusu kim.
Bu ölümden kim sorumlu.
Cast direktörleri mi?
Yapımcılar mı?
Menajerler mi?
Ya da kim?
Dünya ne kadar değişti.
Sektörler ne kadar değişti.
Kıymet bilen var mı?
İyi oyuncu, iyi insandan anlayan var mı?
Hayır.
Etraf çakallarla çevrili.
Alçaklık marifetmiş gibi yayılmış.
Dünya bildiğimiz dünya değil.
Dünyayı parmaklarının ucunda oynatan insanlar var.
Yaşanan haksız ne varsa, vebali üzerinize olsun inşallah.
Ve dileğim.
Umarım ömrünüz boyunca kendi, menfaatçi, ayırımcı ve merhametsiz
gölgenize borçlu yaşarsınız.
Not 11: Adam sevgilisinin kuzenine cinsel tacizde bulunmuş.
Ve sonra öldürmüş.
Davası mahkemede.
Ölen kadının üzerinde, bu adamın DNA’sı bulunuyor.
Katil adam ben öldürdüm diye itiraf ediyor, geriye tecavüz suçu
kalıyor.
Avukatı diyor ki.
Maktulün cesedi olay yerinde 39 saat kalmıştır, ölümünden sonra
tecavüze uğramıştır.
Keşif yapılmasını istiyoruz diyor.
Mahkeme heyet talebi reddediyor.
Helal olsun size.
Ya avukata ne diyelim.
Şöyle diyelim.
İnsan hukukçu da olsa, evet herkesin savunma hakkı vardır desek de,
bir kadının ölüsünün, tecavüze uğradığını söylerken utanmalı.
Not 12: Schumpeter’e göre her teknolojik paradigma kendi ihtiyaçlarına göre bir eğitim sistemini de beraberinde getirir. Eğitim sistemi beşerî sermayenin üretilmesini üstlenir. Aynı zamanda eğitim sisteminin yüksek öğretim kısmı da bilimsel araştırmaların, dolayısıyla icat ve keşiflerin kaynağıdır. Her teknoloji paradigması kendi ihtiyaç duyduğu beşeri sermaye birikimini yaratır, ancak bu paradigma içinde yer almayan icat ve keşifler ilk başlarda kâr getirmez. Zaman içinde teknoloji paradigması yaşlanmaya başlayıp toplumun değişen ihtiyaçlarını karşılamaya yetmeyince, daha önce değerlendirilmeyen icat ve keşifler inovasyonlara yol açar. Bunları girişimciler yapar. Ancak inovasyonların hayata geçmesiyle birlikte teknoloji paradigması da değişmeye başlar. Teknolojik değişim dönemleri Schumpeter’e göre 45-60 yıllık bir periyotta gerçekleşmektedir. Her teknoloji paradigması bir Kondratieff Dalgasına karşılık gelir. Dolayısıyla, doğrudan bunu söylemese de, Schumpeter beşerî sermaye birikimi, girişim gücünün aktif inovasyonları ile birlikte her paradigmanın ilk 20-30 yılında doğal büyüme oranında bir artış, akabinde de takip eden 20-30 yılda bir azalış olacağını söylemektedir. Bu modelin geçerliliği aktif bir girişim gücüne, inovasyonları teşvik edecek bir getiriye (patent gelirleri ve sağladığı tekelci kârlar), AR-GE finansmanını sağlayacak bir mali sermayeye ihtiyaç duyar.
Not 13: Eski Finlandiya Başbakanı Sanna Marin, Hollywood
yıldızlarının aralarında bulunduğu çok sayıda dünyaca ünlü sanatçı,
oyuncu ve direktörle çalışan Range Media Partners ile sözleşme
imzalamış.
Eski bir siyasetçinin hatta başbakanın görev sonrası bambaşka bir
alanda boy göstermesine biz Türkler pek alışık değiliz. Hatta dünya
da o kadar alışık değil.
Tek eleştirel sorum, bugüne kadar siyasetle uğraşarak nereye varmak
istemiş?
Orada doğup büyüseydim siyaset gibi sıkıcı bir alan ne derece
umurumda olurdu inanın hala düşünüyorum.
Not 14: İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, “Blöf mlöf
yapmıyoruz. 81 ilde hiçbir pazarlığa girmeyeceğiz. Ankara ve
İstanbul adaylarımızla ilgili çalışma başlattık. İstanbul’la ilgili
özellikle bir arkadaşımıza çok şaşıracaksınız.” açıklamasında
bulunmuş.
Ortak adayınız Kemal Kılıçdaroğlu’ndan sonra bu isme daha ne kadar
şaşırabiliriz Meral Hanım?
Beklentiye girmekten korkuyoruz vallahi.
Not 15; Şu motosikletli kurye işi. O işte iyice çığırından
çıktı. Trafik kurallarını hiçe sayarak, üstelik uyarı tabelalarına
rağmen bu kuryeler son günlerde kaldırımlarda, ters yönlerde, gene
caddelerdeki vatandaş için ayrılan geçiş koridorlarında 'vızır
vızır' geçerken gözümüze çokça ilişmeye başladı. Ayda en az bir iki
defa, o kuryeler ile vatandaşların ya da seyir halindeki diğer
sürücülerin kavgalarına, tartışmalarına bazılarınız gibi bende
şahit oluyorum.
Şayet bu işler böyle giderse, bir üç beş yıl sonra İstanbul'un bazı
ilçelerinde tam da o Hindistan'daki gibi garip manzaraları bizlerde
göreceğiz sanki. Hani kuralsız, araçların üzerlerine envai çeşit
yükler taşıyan, istiap haddini aşar seviyede 'tıkış tıkış' insan
kalabalıklarını taşıyan otobüs ve diğer taşıtlar gibi. Ha bir de,
bu sürücü kuryelerin yaşlarının kesinlikle denetlenmesi gerekiyor.
Yaşı epey küçük olanlar da var. Çok pervasızca motor kullanıyorlar,
aynı bir 'cambaz' edası ve kıvraklığıyla!
Düşünüyorum da, eskiden bazı köşelerde trafik polisleri gözümüze
ilişirdi. Farklı farklı yerlerde. O vakitler bu anlamda güzel
günlermiş! Çünkü bazı 'kuralsız' sürücüler bir cadde de, sokakta,
köşe de polis karşıma çıkarsa 'naneyi yerim' diye azıcık
tırsarlardı. Günümüzde ise herkes polisin nerede çevirme
yapacağını, günlerini, saatlerini biliyor neredeyse! Bu işlerle
ilgisi olan devletin resmi kıyafetli memurlarının ortalarda
görünmesi bile, psikolojik bir artı katma değer sağlıyormuş
meğer!
"Yok efendim, şimdilerde her köşede kamera var ya!" var da ne
oluyor ki? Evet, kolluk kuvvetlerinin olayları, bazı kazaları
aydınlatmasında onlar çok faydalı belki velakin bu işlerde pek
fayda sağlamıyor gibi gibi. Ya, cezalar caydırıcı değil veya
denetim mekanizması, yaptırımlar yeterince 'Babayiğit değil!'.
Vatandaş günümüzde, yukarıda işaret ettiğim nahoş hallerden
hakikaten çok rahatsız...
Not 16: Nobel ekonomi ödülünü alacak MIT ekonomi profesörünü
getir, tırtlar Erkanomics ve Simsekomics'in teorisini çözemez.
Çünkü sıcak para ile kurtuluş zırvalığının bir teorisi yok.
Enflasyon kontrol dümeni yerinden çıkıyor.
Not 17: Açık açık ihracatta yüksek teknoloji payı gerilerken, AR-GE harcamalarında sert düşüş yaşandığı görülüyor. Türkiye hiç iyi bir yere gitmiyor.
“Yüksek teknoloji” payı yüzde 6.9'dan yüzde 6.2'ye geriledi. AR-GE harcamaları yarıya düştü. Yüzde 0.74'ten yüzde 0.36'ya indi. AR-GE'ye kaynak ayıran şirket sayısı 276'dan 260'a geriledi. Yani İHA-SİHA, TOGG, Teknofest falan hep hikaye… Bunu ben değil rakamlar söylüyor. Kızacaksanız onlara kızın ya da aynaya bakın. Bu tablo karşısında gelecekten de fazla umutlu olmayın.
Not 18: Ankara’da bir kurum var, çoğu kişinin ismini ilk kez
duyacağından emin olduğumuz bir kurum. AKP’nin Avrupa Birliği
hedefinden henüz vazgeçmediği yıllarda mali yardımlarla ilgili
bütçe uygulama görevlerini yerine getirmesi için kurulan Tarım ve
Kırsal Kalkınmayı Destekleme Kurumu… Bu kaynakları amacı dışında
kullandığı, kaynakları kırsal yerine büyük işletmelere aktardığı
iddia edilen bir kurum.
TKDK merkez teşkilatının yanı sıra 42 il koordinatörlüğü. Son
rakamlarla 2 bin 527 personeli bulunuyor. Kurulduğu ilk yıllarda
yasayla belirlenen personel sayısının üstüne çıktığı gerekçesiyle
Sayıştay raporlarına yansıyan bu kurumun o yıllarda 252 olan
personel sayısı neredeyse 10 katı artmış durumda.
SINAVSIZ DEVLET MEMURLUĞU
Sayıştay denetçileri 2020 yılından bu yana “Düzeltin” demesine
karşın hiçbir adım atılmayan bir uygulama var bu kurumda. Bu, bir
AKP klasiği. Sözleşmeli personel olarak işe başlatıp devlet
memurluğunun yolunun açılması…
2022 yılında 843 milyon TL’lik giderlerinin yüzde 75’i olan 628
milyon 413 bin lirayı personel gideri olarak kullanan kurumla
ilgili bu durumu anlatan Sayıştay tespiti şöyle: “Kısmi Zamanlı
Uzman Çalıştırılmasının Mevzuatıyla Belirlenmiş İlke ve Hükümlerin
Dışında Gerçekleşmesi ve Bu Uzmanların Sınavsız Olarak Kamu
Görevine Girişinin Sağlanması”.
Yani KPSS’de gerekli puanı alamadığı alsa da mülakat engelini
aşamadığı için yıllarca işsiz kalan gençlerin yaşadıkları kabusu
yaşamayanlar bunlar. Ne nitelikleri bu görev için uygun ne de
önlerinde sınav güçlüğü var.
NİTELİKLERİ DE UYGUN DEĞİL
2018’de 5 olan kısmi zamanlı personel sayısı 2019’da 62’ye çıkıyor.
Toplam personel sayısı da 2 bin 601’e…2020’de uzman sayısı 59,
personel sayısı 2 bin 574, 2021’de 59 uzman, 2 bin 558 kişi
çalışıyor. Yüzde 30 olan kısmi zamanlı uzman çalıştırma engeli
nedeniyle rakam aşağı yukarı değişmiyor. 2022’de de 2 bin 527
toplam personelin 57’si kısmi zamanlı.
Bu hülle yöntemi Sayıştay raporlarında eleştiriliyor. “Kısmi
zamanlı uzmanların, özel bilgi ve uzmanlığa ihtiyaç duyulan işlerde
çalıştırılması öngörülmüşken mevzuatta öngörülen vasıfları
taşımayan kişilerin kısmi zamanlı uzman” olarak çalıştırıldığı da
anlatılıyor.
“Sayısı 61 olan kısmî zamanlı uzmanların hemen hiçbirisinin,
öngörülmüş olan şartları, gerek eğitim gerekse iş tecrübesi yönüyle
taşımadığı tespitlerimiz arasında yer almaktadır” deniliyor.
ERDOĞAN’IN KARARNAMESİNİ İHLÂL
2021’de bu tespitlerden kurtulmak isteyen kurum, bir yönetmelik
değiştirerek kısmi zamanlı çalışanları, sınav yapmadan “idari
uzman” kadrosuna atıyor. Bundan sonrasına Sayıştay raporundan devam
edelim:
“Ne var ki bu durum, başlangıçta var olan mevzuata aykırılığı
ortadan kaldırmak bir yana ağırlaştırmıştır. Nitekim
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile düzenlenmiş bir hususun,
Yönetmelik ile bu şekilde değiştirilemeyeceği açıktır.
Normlar hiyerarşisi ilkesi uyarınca hukuk kuralları yukarıdan
aşağıya doğru Anayasa, kanun, Cumhurbaşkanlığı kararnameleri,
yönetmelik ile yönerge ve genelge gibi diğer alt düzenleyici
işlemler şeklinde sıralanmaktadır ve bir alt normun üst norma
aykırı olması ya da onun kapsamını aşan düzenlemeler içermesi
mümkün olmayıp, üst norma aykırı düzenleyici tasarrufların, idare
tarafından yürürlüğe konulması hukuka aykırıdır.”
Yani AKP’lilerin kırmızı çizgisi olan “Reis emri” de dinlenmiyor.
Başta Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere AKP’nin hukuk tanımazlığına
ilişkin sayısız uygulamaya tanıklık edildi son 20 yılda. Ancak
Erdoğan’a rağmen mevzuat değişikliğini de ilk kez gördük.
Not 19: Halkı sömüreceğiz diye elbirliğiyle aptallaştıra aptallaştıra şempanzeden daha düşük bir zeka seviyesine indirdiler. Gelecekte ilerici bir program yönetimi devraldığında, dünya ortalamasını tutturabilmek için bile bütçesinin önemli bir kısmını eğitime ayırmak zorunda kalacak.
Not 20: Sıfır otomobillerde indirimler varmış.
Madem öyle, gidip alın?
Ama alamıyorsunuz.
Çünkü, KREDİ yok değil mi?
KREDİLER açılınca da bu fiyatlar olmayacak.
Uzun süredir anlatmak istediğimiz şey buydu.
Not 21: Sizi gözetenleri mutlaka siz de gözetin çünkü sadakat herşeydir.
Not 22: Ne ilerleme kaydettin diye soruyorsun. Kendimin arkadaşı
olmaya başladım.
Seneca
Not 23: Bazı nehirlerin şehirleri tam ortadan ikiye böldüğü söylenir. Aslında böyle bir şey yoktur ve bu bir insan yakıştırmasıdır. Doğal yatağında akıp giden nehrin iki yakası adım adım yerleşim yerine dönüşmüş sonra da orayı ikiye ayırmış sayılmıştır. Bir nehir bölmeyi nereden bilsin? Nil hiçbir zaman Kahire’yi ikiye bölmez ki. Hatay, Asi tarafından iki yakaya ayrılmaz ki. İnsan gelir nehrin kanatlarına yük olur. Yatağını değiştirir. Balığını kurutur. Çamurunu cıvıtır. Sağını solunu beton duvarlarla örer. Rengini bulandırır, sesini kısar. Tabiatın kanunu devamlılık ve bütünlük üzerinedir. ‘Ağaç bütün/ Işık bütün/ Meyve bütündür’. Bölmek, iradi, uzun süreli, hedefli bir eylem olarak aklın ürünüdür ve insana aittir. ‘Paramparça’ olan insanın içidir.
Not 24: İnsan yalnızca korkaklığı yüzünden ne fırsatlar kaçırıyor.
Suç ve Ceza, Dostoyevski
Not 25: Son iki yılda yaşanan yüksek enflasyon orta sınıfı eritiyor. Dört kişilik ailenin orta sınıf olması için gereken gelir de aylık 100 bin sınırını aştı...
Not 26: Asla unutulmaması gereken bir ders: verimlilik artışı olmadan sadece kur üzerinden rekabetçilik sağlamaya çalışmanın sonu enflasyon ve yoksulluktur.
Not 27: Türkiye'nin kredi notu 2001 krizinde dip yaptıktan sonra yatırım yapılabilir seviyeye çıkması, sabırla uygulanan istikrar programından sonra tam 11 yıl sürmüştü.
Not 28: Okumayan insandan tehlikelisi okuduğunu anlamayan insandır. Ondan da tehlikesi okuduğunu yanlış anlayandır. Ve ne yazık ki ülkemizde en çok üçüncüsü var.
Not 29: Tüm çatılarınızı kiremit yerine güneş paneli ile
kaplamamak için bahaneniz nedir? Sadece konutların çatılarında 284
GW enerji bizi bekliyor. Alüminyumcular profil, camcılar cam,
hücreciler de panel ürettiği sürece cari açık nerelere iner
dersiniz?
Kaldı ki tarlalara panel sermek yerine, dağlara, bayırlara,
nehirlerin üzerine hücre kaplasak? Hem tarım arazilerimizden olmaz
hem de nehirlerin, derelerin buharlaşmasını önlemiş oluruz. Aslında
aklı olana ve ihtiyacı olana çözüm sonsuz.
Fakat güneş enerjisini yaygınlaştırmak yerine, buradan vergi,
lisans parası, kişisel menfaat kovalayanlar olduğu sürece kendimize
ve ülkemize yazık ederiz. Bize lazım olan, daha fazla akıl, daha
çok gayret ve ülkesini önceleyen siyasetçi, bürokrattır. Karanlığa
küfretmek yerine güneş toplasak…
Not 30: Biz genellikle çocukları hiçbir dönemlerinde dinlemiyoruz, tüm önemli şeylerde onlara dengesiz gibi davranıyor, önemsiz şeylerde ise robot mükemmelliğinde onları eğitiyoruz.
Kişiliğin Gelişimi, Carl Gustav Jung
Not 31: Türkiye’de kurulmuş siyaset sahnesinde ışıklandırma, günahı ve sevabı tanıyacak özellikte değildir ve bu sahneye girmek, bu sahnede kalmak için helâli haramdan ayıracak ölçüyü kaybetmek, reddetmek ön şartı getirilmiştir.
İsmet Özel, Cuma Mektupları-II
Not 32: “Yolu rastgele yürürsen ömür olur, denginle yürürsen
şiir olur.”
•Cahit Zarifoğlu
Not 33: Zarifoğlu’nun “Müsaitsen şayet, seninle biraz
kavuşmaya ihtiyacım var.” dediği yerdeyim..
Not 34: seçilmiş yalnızlık olgunlaştırır...
içine düşülmüş yalnızlık çürütür..
Not 35: Normalde kredi faizi artarken kredi miktarı yavaşlar
değil mi? Ama bizde son iki ayda faiz yükselirken ticari kredi
artışı hızlandı, çünkü kredi faizi mevduatın belirgin üstüne
çıkınca bankalar için şirketlere kredi vermek yeniden karlı hale
geldi. Yani son iki ayda kredilerdeki ivmelenmeyi sürükleyen kredi
arzı oldu.
Muhtemelen hep böyle gitmeyecek. Belirli bir faiz eşiğinden sonra
(faiz artırımı devam ederse) bu defa talebin belirleyici olacağını
göreceğiz.
Not 36: Hamas'ın operasyonunda, bir müslümana yakışmayacak şekilde ve S*iyonist teröristlerin mazlum Filistinlilere uyguladığı rezalet görüntüler, hiç ama hiç olmadı! Ne demek yahu, bir kadını çırılçıplak soyup, şehrin ana caddesinde, halkın önünde gezdirmek?! Bu kadın Mossad ajanı bile olsa, bu tür bir rezaletle olmaz bu işler. Bu tür eylemler bütün haklılığınızı bitirir.
Not 37: Gergin uykulardan, kör gecelerden
Bir sabah gelecek, kardan aydınlık
Sonra düğüm düğüm bilmecelerden
Bir sabah gelecek, kardan aydınlık
Abdurrahim Karakoç
Not 38: Bazen canımda bazen göz bebeğimde yerleşiyorsun.
Canımı imar etmek için gönlümü yağma ediyorsun.
Yavuz Sultan Selim