Öyle perişan öyle yapayalnız
döküldünüz kanat kanat tüy tüy
hayır ola kuşlar
sizin de mi yıkıldı eviniz

beklerim her sabah
duymak için cıvıltınızı
medet umarım rüzgardan
getirsin gökyüzünü dolduran neşenizi

yeter artık gökleri deldiğimiz
gideceğimiz yere yakın olmak varken
ne diye kanatsız uçmaya kalkarız
ah ihmallerimiz..

Bu şiirle depremi anayım dedim. Malum son Yalova öncü depremi sonrası İstanbulu bir korku sardı, zaten vardı, katmerlendi. Celal Şengör hoca İstanbul’u terk etme kararı almış. İnşallah İstanbulda bir deprem olmaz. Deprem bölgesinde deprem ertesi uzun süre görev yapmış biri olarak depremin yaralarını ve travmasını bizzat yaşadım. Rabbim tekrarından korusun.

İstanbul demişken Ekrem Başkan yeni parti kuracakmış diye iddia ediyorlar. Önce bir İstanbul seçimini kazanması gerekiyor. Sonrası ya CHP genel Başkanlığı ya da yeni blr parti. Bence ideali yeni parti kurması.

CHP ve İyi Parti artık tabela partisi olmuştur. Tarihi misyonları tamamlamışlar ve başarısız olmuşlardır. Tabiiki belli kitle yine oy vermeye devam edecektir. Değişim zor ve sancılıdır. Ve fakat CHP ve İyi partinin mevcut halleriyle iktidar olmaları ve ülkenin gençlerini ve gelecek nesillerini mobilize etme imkanları kalmamıştır. 

Hiç kimse 5 yıl mağlup halde maça devam etmek istemez hatta hiçbir kimse böyle bir maçı izlemek bile istemez. CHP ve İyi parti lider tabakası havanda su dövmektedir. Kendileri yol bitmiştir. Nazikçe kenara çekilmeleri asgari nezaket gereğidir. Aksi halde tarihin parti mezarlığına gömüleceklerdir.

Ekonomik darboğazın pençesinde fakirliğin yaygınlaşması ve Türkiye yüzyılı:

Uzun uzadıya cümleler kurmaya, detaylı iktisadi analizlere, yorumlara, tahminlere gerek yok. Zaten pek kimsenin de iktisadi mütalaalara baktığı da yok. “Gayri iktisadi” ekonomi politikaları ve “epistemolojik kopuşlar” sandıktan onayı da aldığına göre, piyasalar ve küresel yatırımcıların gözünü boyamak için girişilen “rasyonel zemin” faslı da yakında sona erer muhtemelen. Yaşadığımız çok yalın ve bir o kadar da can acıtıcı bir gerçek var: Fakirleşiyoruz!
Hem de kuru bir inat uğruna, göz göre göre ve aynı yanlışların farklı sonuçlar üretmesi beklenerek yapılan aynı hatalar marifetiyle ve son sürat fakirleşiyoruz. Yanlışların faturasını halk olarak bizler enflasyon vasıtasıyla emeğimizin çalınmasıyla, bugünümüzün yitirilmesiyle, geleceğimizin tehlikeye atılmasıyla ödüyoruz.
İnsanlar, sorumsuz politikaların faturasını, gözle görülür ve çok hızlı bir fakirleşme olarak ödemek zorunda bırakılıyor. Geçim meselesi, hiç olmadığı kadar hayati ve kritik bir hal alırken, insanlar ev, araba edinmeyi değil ev kiralayabilmeyi dahi hayal edemez hale geldi. Bu yaşananlar kocaman bir başarısızlık ve fiyaskodur.

Tam manasıyla iğneden ipliğe, vergilere, akaryakıta, akla gelen gelmeyen her kaleme korkunç oranlarda zam yapılıyor. Hayat pahalılığı, görülmedik bir hal alırken, maaşlara, ücretlere yapılan zamların hükmü birkaç ay bile sürmüyor. Cumhuriyet tarihinin ekonomik anlamda en dikkate değer bir devrini yaşıyoruz. Tam bir kötü ekonomi numunesi bir devir!
Yönetenler, ellerindeki medya ve propaganda gücü vasıtasıyla kendi ürettikleri gerçekleri(!) pompalasa da, “Türkiye Yüzyılı” gibi afaki şeylerle gündemi bulandırsa da, gerçek tüm yalınlığıyla ortada. Türk halkı, korkunç bir fakirleşmenin kucağına itilmiş durumda. Her markete gidişte öncekinden çok daha fazla paralar ödeyip çıkan halka poşet parasını 25 kuruşa tutmak gibi saçma sapan jestler yaparak dikkatleri başka yere çekme numaraları yapıladursun, akıl sahibi insanlar Türkiye gibi tarım ülkesinde sebze meyvenin bol olduğu yaz mevsiminde dahi gönül rahatlığıyla gıdaya erişememenin sorgulamasını yapıyorlar.

Kısacası, bir inat uğruna fakirleşiyoruz! Uzatmaya, yorumlamaya çalışmaya, neden böyle oldu acaba diye sormaya da gerek yok. Allah selamet versin.

Yeni TCM Başkanı Gaye hanım geçtiğimiz hafta yaptığı Enflasyon Raporu toplantısında “ileriye dönük” mesajlar verdi ama bu mesajların halkın menfaatine olduğunu söylemek son derece güç. İyimser bakmak isteyenler “umut dağıttı” diyebilir ama 2023 ve 2024’ün “banko” gözden çıkarıldığı ve “2025 sonrası” denerek aslında 2025’in de feda edilebileceği vurguları, aslında “adı konmamış bir IMF programı” gibi bir şeyle muhatap olacağımızı gösteriyor. Meali; “acı reçete”yi vatandaş içecek, “kemerleri” vatandaşı sıkacak, sıkıntıyı halk çekecek ve bu uğurda da en az 2-3 seneyi (o da iyimser tahminle) feda edeceğiz!

Bir önceki hükümet döneminde yaşanan “epistemolojik kopuş” absürtlükleriyle bezeli “gayri iktisadi” ekonomi politikalarından “rasyonel zemin”e geçileceği söylenerek piyasalar yatıştırılmaya ve kamuoyu ikna edilmeye çalışılsa da, en az 2-3 yılı feda etmemiz gerekliliği ortada “rasyonel bir zemin” de olmadığını gösteriyor.

Bir zamanlar şakayla karışık söylenen “kötü günler geride kaldı, sırada daha da kötü günler var” ifadesi, trajikomik bir şekilde gerçek olmuş durumda.

Merkez Bankası Başkanı Hafize Gaye Erkan’ın, toplantıda bir gazetecinin “Faiz sebep enflasyon sonuç tezini nasıl değerlendiriyorsunuz?” sorusuna “MB başkanı olarak benden hiçbir zaman siyasi açıklama almayacaksınız” diyerek yanıtlamaması hayli enteresan. “Faiz sebep, enflasyon sonuçtur” tezi, ekonomik bir ifade halbuki, siyasi söylem olarak değerlendirmesi manidar değil mi? Siyasi söylem olarak kabul edilse bile, şu anda aynı safta yer aldıkları hükümetin başı tarafından sarf edilmiş bir ifade. Türk ekonomisinin bugünkü enkaz vaziyetinin sebebi olan bir önerme halbuki..

Aynı şekilde, “benden siyasi açıklama alamayacaksınız” deyip de “200 TL’den büyük banknot çıkarma çalışmamız yok” ifadesini kullanmak çelişik bir haldir. Bu koşullarda daha büyük banknot çıkarmamak tamamen siyasidir halbuki, halkın gözünü boyamaya yönelik bir hamledir.

Sorumsuz ve aklı mantıkla bağdaşmayan, yanlışta yıllar boyu ısrar eden, dediğim dedik politikaların sorumluluğunu, bizzat bu politikaların sahipleri bile üstlenmiyor ama bunun yükünü sırtlamak halka düşüyor. Ne menem bir haldir bu!

Türkiye’de forma giyen Hollandalı futbolcu Ryan Babel demiş ki: “Ev sahibimden yüzde 100'lük kira artış zammı aldım. Kur düşüşte olduğu için Türkiye’deki ev sahiplerinin kiraları çılgınca yükseltmekten başka neredeyse hiçbir seçeneği yok. 2013’te Türkiye’ye ilk geldiğimde 1 dolar yaklaşık 2,6 Türk lirasıydı. Bugün ise 1 dolar 26 Türk lirasından fazla. Türk lirası bu gidişle 10 yıl içinde nerede olacak? Türk parasının değerinde dev bir düşüş var. Maaşınızı Türk lirası olarak alırsanız ve maaşınızı emeklilik için biriktirmeye çalışırsanız, paranız yavaş yavaş sıfıra inmeden hayat birikiminizi bu şekilde nasıl koruyabilirsiniz? Maaşını Türk lirası olarak kazanan ortalama bir insanın, birikimlerini nasıl koruyabileceği hakkındaki çözümleri söylemenizi bekliyorum.”

Kendi meselesine yani hayat pahalılığı, geçim sıkıntısı ve hayatını idame ettirebilme, “medar-ı maişet motoru”nu çalıştırabilme meselesine bile yabancılaşmış, kendi emeğinin ve hayatının, çoluğunun çocuğunun geleceğinin çalınmasından rahatsız bile olmayan, konuyla hiçbir şekilde alakası olmayan “din, iman, vatan, millet, beka” soslu ucuz söylemlerin etkisinden kendini kurtaramamış milyonlar, maaşı dolar veya avroyla olan yabancı futbolcu kadar içinde bulunduğu durumun farkına varamıyorsa, ortada kocaman bir toplumsal algı sorunu var demektir.

Cumhuriyet tarihinin ekonomik olarak en kötü dönemini, en hızlı fakirleşmeyi ve en aleni servet transferini yaşarken, gözümüzün önünde olan bitenlerin “aslında öyle değil de böyle” denilerek sunulması, açıkça aklımızla alay edilmesidir. Kendi meselesine, döviz cinsinden para kazanan bir yabancı futbolcu kadar bile sahip çıkamayan, kendi sorununa yabancılaşmış kitlelerin, ortadaki kocaman başarısızlık ve ekonomik fiyasko manzarasına uyanmamaları için narkozlanmaya devam etmesidir bu yaşananlar. Hem aklımızla alay ediliyor hem de görülmemiş şekilde geniş halk yığınlarından belli bir zümreye sistemli bir servet transferi gerçekleştiriliyor.

Son söz: Bir şeyi iyileştirmek için çaba göstermenin bir karşılığının (toplum nazarında) olmadığı kanaati artık küçük çabaları da mecalsiz bırakıyor. Bütün her şeye kayıtsız kalmak elbette güç bir mesele olsa gerek ama kaybolan, kırılan bir şeyi onarmak, iyileştirmek belki de dünyadaki en zor meseledir. Hani “yapmak zor yıkmak kolay” anlayışının kolay olan tarafında olmak anlayışın (zihniyetin) geri kalanını gereksiz kılıyor. Çünkü hayatı tarif etme biçimi değişiyor. Bu bakımdan ya katılaşıp, buharlaşarak renksiz, kokusuz bir hale gelip çürümeye uğrayacak ya da bütün zorluğuna rağmen yeniden bir varoluş inşa edecek ve şefkat ve merhameti her şeyin merkezine koyup, adalet terazisini yerine yerleştirip bu dünya yolculuğunu anlamlı kılarak bu dünyadan geçip gidilecek. Onun için hayatı nasıl tanımlıyorsan oraya denk düşüyorsun. Hayat nedir? “Hayat, iman ve cehd’dir.” Bir de unutmamak lazım, “Yol yoktur. Sen yürürsen yol olur.” (Bab Aziz) Hoşça bakın zatınıza…

Not 1: İç ağrısıyım bir mağmanın
kopmuş fırtınanın sesi
derini yok, ses gelmiyor bir kuyu.
Çiçeğiyim yaprağını yüzüne
kapatan ağlamanın” (Birhan Keskin)

Not 2: Andrei Tarkovsky’nin, Stalker’da anlattığı şu bölüm beni hep içine doğru çekmiştir: "Bir insan yeni doğduğunda zayıf ve esnektir. Öldüğü zaman ise kaskatı ve duygusuzdur. Sertlik ve güç ölümün arkadaşlarıdır. Esneklik ve zayıflık varoluşun tazeliğinin ifadeleridir. Kendini sertleştiren hiçbir şey kazanmayı başaramaz." 

Not 3: “Bulamadım dünyâda gönüle mekân.
Nerde bir gül bitse etrafı diken.” (Sümmânî)

Not 4: Gündelik meselelerin bizi ele geçirdiği bir düzlemde ne zihinsel ne de ruhsal bir sağlıktan bahsedebiliyoruz. Şaşkınlıktan sıradanlığa geçiş o kadar hızlı gerçekleşiyor ki insan için her şey sıradanlaşıyor. Ne kadar tuhaf! Aziz olan, kıymetli olan hiçbir şey gerçek manada değer hanesinde doğru bir yere yazılamıyor.

Not 5: Kimsenin erdem, fazilet ve diğer değerlerle bir münasebeti olmuyor. Çünkü ne kadar işini yürüten, kısa yolcu varsa muteber sınıfında konumlandırılıyor. Haliyle uğruna mücadele edecek şeyler sadece insanları birbirine karşı bilemekten başka bir işe yaramıyor. Kimsenin hayatına dokunmuyor. Cervantes'in 'Don Kişot' romanında; “Üç tane devle savaşıyoruz sevgili Sancho: Adaletsizlik, korku ve cehalet...” dediği yerdeyiz. Ama hiç kimsenin bunlarla savaşacak ne takati ne de niyeti var. Belki yaşadığımız her şeyin içerisinde bu boş vermişlik, salmışlık hali var. Hele bu dar zamanlarda, insanın içinden Don Kişot gibi haykırmak geliyor: “Yoksulluğun, mutluluğunun kanatlarını kopartıp mezara gönderdiği Basilio, sen de öl be, öl!” Galiba insanın umarsızlığı bu Basilio.

Not 6: Yarına ne kalacak? Sultan Süleyman ile Şeyhülislam Ebüssuud Efendi arasında geçen Karınca hikayesinden medeniyet dersleri anlatıyor, nutuklar çekiyoruz ama yanı başımızda yok edilen ormanlardan, doğal tahribatlardan uzak duruyoruz. Kör, sağır ve dilsiz bir şekilde medeniyet söylevleri çekebiliyoruz. Sanki hiçbir şey yokmuş gibi bağlamlarından koparılmış amaçsız hikmetli sözlerle manevi derinlikler, hikmetli maskeler takınabiliyoruz. Her şey pembe(!) ama biz daha çok pembe takılabiliyoruz.  Her şeyi bozup, kirletmekte üstümüze yok. Yarına ne kalacak? Galiba bu çarpıklığımızdan ve bu çarpık gelişimimizden hep birlikte mutluyuz. 

Not 7: Kiralayacağınız evin en uygun satış fiyatına bakın ve 240'a bölün.

Normal kirayı bulursunuz.

Ancak, şu anda rakamlar çok saptı.

KAÇAKLAR gönderilmeye devam edilirse, piyasa hızlı düşecek.

Gelecek yaz da TOKİ'ler devreye girecek.

Not 8: Mühendislik hesabını bilmem de, bazı binalarda kolonlar çıta (ipincecik, manken bedeni gibi) gibi.

Göz var, nizam var.

Sadece dik dursun diye inşa edilmiş, besbelli.

Sağlam durmayan yerlerde oturmamak lazım.

Not 9: Türkiye’nin bugün bir “düzelme, toparlanma mücadelesi” ya da “gelecek vizyonu” varsa, bunun olup olmadığını ülkesinden uzakta kendisine bir hayat kuran insanların geri dönüşünden anlayabileceğiz. Bu ülkenin yaşanabilir olduğunu ve gençlerine, eğitimli insanlarına adil muamele eden bir ülke haline geldiğini önce göç yollarındaki değişimle fark edeceğiz. Ne zaman ki ufukta onların silüetini görürüz; evet o zaman bu ülke düzeliyor demektir. Ne zaman kimse gitmez olur ve gidenler dönmeye başlar, bazı şeyler toparlanıyor demektir.
Sıradan insanlar, sıradan hayatlarını bu ülkede kurmaya karar vermezse; ne rasyonel politikalar işe yarar ne de irrasyonel nutuklar…

Not 10: İmamoğlu, İstanbul halkının ucuz ve kaliteli yemeğe ulaşabilmesi için 9 ayrı bölgede kent lokantası açmış bulunuyor. Bu bile alkışlamayı hak eden bir başarı hikayesidir. Kent meydanı düzenlemelerini, öğrencilere bedava süt dağıtımını, üniversite öğrencilerine yapılan eğitim desteğini, Feshane’yi, öğrenci yurtlarını saymıyorum bile…

Not 11: Muhalefetin şu anda içinde bulunduğu hal memleketimizin bu türden bir ‘ideal devlet’e doğru adım adım yaklaştığını düşündürüyor.
Bir toparlanma alameti yok. Vatandaşı bırak kendi taraftarlarını bile muhalefet uykusundan uyandıracak bir fikir, bir hedef, bir vizyon, bir yenilik yok.
Tam bir depresyon hali.
Mahalli seçimlere böyle mi girmeyi düşünüyorlar?
Böyle girerlerse birkaç büyük ve birkaç küçük şehri kaybederler.
Böylece yerel muhalefet de biraz daha küçülür.
Yerli ve milli ‘ideal devlet’e biraz daha yaklaşırız.

Not 12: 2022 yılında reel tüketim %19,7 arttı ama bu tüketimi besleyecek üretim artışı sadece ve sadece %3,3’de kaldı. Peki, tüketimi neyle gerçekleştirdik derseniz onu da hemen söyleyelim reel büyümesi %21,8’e ulaşan kredi üzerinden finans sistemi ile.
Negatif faiz üretimi oynatamamış ama tüketimi çılgınca artırmıştır. Bu ne demek? Düşük faizin üretim etkisi sıfır demek oluyor...Ya da negatif faizle ülkeyi kalkındıracağız düşüncesi boş bir hayalmiş.
Peki bu içi boş hayalin politik etkisi ne oldu? İşte asıl mesele burası...
Son verilere göre Temmuz 2023 itibari ile yıllık dış ticaret açığımız -120,8 milyar dolara çıktı. Altın ve enerji hariç tutulduğunda dış açığımız ise -29,2 milyar dolar. Temmuz 2021’de dış ticaret açığımız -48,7 milyar dolarken altın ve enerji hariç tutulduğunda dış açığımız -9,4 milyar dolardı. Mayıs 2023 itibari ile cari dengemiz ise -60,0 milyar dolar açık vermiş durumda.
Kısaca üretemiyoruz ama tüketiyoruz. Bizim olmayan geliri ithal ürünlere harcayarak yabancı sermayeye bağımlı ekonomi durumuna düşmüş durumdayız.

Not 13: Şu üç misafir habersiz gelirmiş: Rızık, kader ve ölüm. Allah rızkımızı helal, kaderimizi güzel, ölümümüzü imanlı eylesin. Âmin, ecmain inşallah.

Not 14: 'Yaşlılık ikinci bir masumiyet zamanıdır. Çocukken ilk masumiyet vardır; ama bu masumiyet saf bir güvene ve 
 bilgisizliğe dayanır. İkinci masumiyet hayatınızın ilerleyen dönemlerinde, derinlemesine yaşadığınız zaman gelir. 

Hayatın kasvetini, hayal kırıklığına uğratma ve bazen de yok etme konusundaki inanılmaz kapasitesini bilirsiniz. Yine de hayatın olumsuz potansiyelinin bu gerçekçi farkındalığına rağmen, hala sağlıklı, umutlu ve parlak bir bakış açısına sahipsinizdir. Bu bir tür ikinci masumiyettir. 

Yüzü derin çizgilerle kaplı yaşlı bir insanla tanışmak, derinlemesine yaşanmış bir yüze, gözlerine bakmak ve orada ışık bulmak çok güzeldir. Bu ışık masumdur; deneyimsiz değildir, aksine iyiye, doğruya ve güzele olan güveniyle masumdur. 

Yaşlı bir yüzün böyle bir bakışı bir tür kutsamadır. Böyle bir ortamda kendinizi iyi ve sağlıklı hissedersiniz.'

John O'Donohue

Not 15: Türkiye’de ruhça sefil durumdakiler sefaletleriyle övünerek ömürlerini tüketirler.

İsmet Özel, Cuma Mektupları 7

Not 16: İtiraz, kaçamak, şen güvensizlik, alaycılık sağlık belirtileridir: her türlü mutlaklık patolojiye girer.

İyinin ve Kötünün Ötesinde, Nietzsche

Not 17: Geceleri uyumayanların yolundan çekilin.

Not 18: Kuralı hatırlayalım: Sermaye hareketlerinin serbest olduğu bir ülkenin Merkez Bankası, aynı anda hem döviz kurlarının seviyesini kontrol edip hem de para miktarını belirleyemez. Bu üç unsurdan en fazla ikisini kontrol edebilir.
Türkiye, sermaye hareketlerinin serbest olduğu bir ülke. Yani buraya yurt dışından paranızla gelip yatırım yapmanız da serbest, paranızı alıp yurt dışına yatırıma götürmek de. Bu kural, çeşitli kısıtlamalar olmasına rağmen değişmedi.
Kalan iki unsurdan, yani paranın miktarını belirleme (faiz) ve döviz kurunun seviyesini kontrol etmeden birini tercih etmeliydi Merkez Bankası. Ki geleneksel olarak Merkez Bankaları burada kur seviyesiyle uğraşmak yerine faizi, yani piyasadaki yerel paranın miktarını belirlerler. Bizim bankamız da işe böyle başladı, faizi indirdi, parayı bollaştırdı..

Faiz inip TL bollaşınca para, kurun artacağı beklentisiyle dövize ve yurt dışına yöneldi. 2018’de hala var olan yabancı yatırımcılar, ellerinde tuttukları Devlet İç Borçlanma Senetlerini zarar etmek pahasına satıp dolarlarını alıp çıktılar. O sırada dolar yükseldiğinde hükümet paniğe kapıldı, Berat Albayrak’ın talimatıyla Merkez Bankası bu kez kurun seviyesine müdahale etmeye başladı. Rekor döviz satışı yapıldı. Toz duman dağılır gibi olduğunda artık Türkiye’de para piyasasında yabancı yatırımcı kalmamıştı.
Derken 2021’de Merkez Bankası faiz indirdi ve hemen ardından bekleneceği gibi döviz kuru da patladı.
Döviz kurundaki patlamayı enflasyon izledi. O zaman hükümet bir kez daha panikledi, Merkez Bankası da bir kez daha imkansıza yönelip döviz kurunu kontrola yöneldi. Kur korumalı mevduat ve arka kapıdan döviz satışıyla bunda zaman zaman bunda başarılı da oldu, ama işte bugün dolar kuru 27 lira artık.

Şimdi gelen yeni ekonomi yönetimi ‘rasyonel’ olmaktan söz ediyor ama onların bu sözlerinin samimiyeti ve inandırıcılığı tartışılıyor. İşte son olarak İstanbul’da yabancı yatırımcılarla buluştu yeni ekonomi yönetimi. Yabancı bankalar onların samimiyetine veya söylediklerini yapabileceklerine ikna olmadı.
Neden olmadı? Mesele sadece faizin seviyesi değil. Mesele, 2018’de bu bilim dışı politikaları hayata geçirip bütün Türkiye’ye büyük bedel ödeten siyasi otoritenin çıkıp ‘Ben hatalıydım, yanlış politika uyguladım, bilimle savaştım, şimdi hatamı anladım ve bilimin emrettiğine geri dönüyorum’ dememiş olması.
Bu özeleştiri bizzat Tayyip Erdoğan’dan gelmedikçe, Merkez Bankası faizi kaça yükseltirse yükseltsin yerli yabancı ekonomik aktörler açısından inandırıcılık sorunu yaşanacak.

Not 19: Şu anda, yaban bir elma ağacının gölgesinde okuduğum kitabın üstünde gezinen karıncanın umudu nedir bilmiyorum fakat benim umudumu diri tutan zihnimin içindekilerle her an çevremde olup bitenleri nitelik dengesinde buluşturmaktan ibaret. Umudu seviyorum. Ummayı bir büyük su kavanozuna atılan renkli taşlar gibi görmekten mutlu oluyorum fakat ne zaman ki o bir avuntu bir teslimiyet bir vazgeçiş bir sus payı dilimi yapılır ona isyanım kabarıyor. Emeği olmayanın umudu yoktur diyorum. Şu ağaçtaki kıpırtıyı yaratan rüzgar gibi umudun da canlı olduğuna inanıyorum. İnsana yakışanın rüzgar olmak olduğunu biliyorum.
Geriye dönüp baktığımda hep umuda doğru yaşadığımı görüyorum fakat şimdiki umutsuzluğumun büyüklüğü umudun kendisinden gelmiyor. Toplumsal bir şey bu. Hakkı verilmemiş ve akıllıca kullanılmamış kaynaklar karşısında duyduğum üzüntüden. Kaçırılan büyük fırsatlardan. İnsan putlaştırıcı kitlesel kötülükler önündeki yalnızlıktan. Hatta tarihin eğimiyle doğrudan ilgili. Bir ideal bir gelecek kuşağı gibi umut sürekli dillendirilebilir fakat bu hayat hırsızlığına gün çalımına zihin uyuşukluğuna daha da ötesi varlık büzülmesine uğratıldığında içim yanıyor.
İnsan bazen bir gün kararmasına uğrayıveriyor. O an sanki hiç ışık olmamış hep ışıktan gelmiş de hep ışığa gidecek olduğunu unutuveriyor. Oysa minicik bir esinti bile telkinleriyle umut fısıldıyor.

Not 20: Hepimizin gözleri önünde yaşandı Türbülans Çiğdem vakası!
Çiğdem İlgün adında biri “türbülansı engelleyen çip buldum” diyerek 20 milyon TL vurgun yaptı!
Kadın Linkedin hesabına Marmara Üniversitesi Fizik Öğretmenliği lisans mezunu, Marmara Üniversitesi Fizik bölümü yüksek lisans mezunu ve yine Marmara Üniversitesi Atmosferik Bilimler ve Meteoroloji bölümü doktora mezunu yazmıştı!
Haber ilk önce DHA’da yer aldı!
DHA’da çalışan kimse merak edip YÖKTEZ merkezine “Çiğdem İlgün” adını yazmadı!
Eğer yazsaydı görecekti ki ÇİĞDEM İLGÜN’ÜN HİÇBİR TEZİ BULUNMAMAKTAYDI!
Yani Çiğdem İlgün, Marmara Üniversitesi’nde okumamıştı!
Ajansı haberi sonrası Çiğdem İlgün’ü haber yapan kelli felli gazeteler, yerlere göklere sığdıramadı İlgün’ü!
Ne sıfatlar takılmadı ki Çiğdem İlgün’e?
“Türk mucit”, “Balıkesirli mucit!”
Ne başlıklar atılmadı ki?
“Avrupa’yı sallayacak buluş”, “Yerli yazılım türbülansı bitirecek!”
Bunlar birkaçı!
Hatta kendisiyle ilgili bir köşe yazısı bile yazıldı!
Övüldü de övüldü Çiğdem!
Hatta bir haber sitesi, Youtube kanalına çıkardı Çiğdem’i
Çiğdem anlattı da anlattı orada!
“Einstein’ın yolundan gittim. 780.denemede buldum” diye kendini övmeyi de ihmal etmedi!
Aslında Çiğdem bağırıyordu “Ben dolandırıcıyım” diye!
Buluşunun adı “CAFA CHIP”ti.
Kafa buluyordu yani!
Tabi anlayana, anlamak isteyene!
Bir tek gazetecinin aklına gelmedi Çiğdem’in geçmişini araştırmak, “Kimsin? Tezinde ne çalıştın?” diye sormak!
Çiğdem geldi, medyayı piyon olarak kullandı, 20 milyonluk vurgunu yaptı ve gitti!
Haberin ilk çıktığı DHA ne yaptı dersiniz?
Haberi sildi!
Haberi sildiler ama olayı basın tarihinden nasıl silecekler acaba?
Medya kendisini piyon olarak kullandırtmaya devam mı edecek?

Not 21: Günümüz insanı artık kendi başınadır. Bunun ne zor bir durum olduğunu henüz anlamış ve ona göre çareler düşünmüş değiliz. Batı ayrı, Doğu ayrı sancıların kucağında. Çıkış yolu aradığımızı söyleyenler var. Henüz tam anlamanın ve ona göre köklü bir gayretin içinde değiliz. İnsan asıl manasında yalnızdır, bugün büsbütün yalnız. Çok şey bilen daha çok yalnız. Tanpınar’ın dediği gibi zamanın ne içindeyiz, ne de dışında. Derdimiz kendimizle ve kendimizi bulacak bir dikkatin de uzağındayız.

Not 22: Hiç bir lüksüm yok.

Aylık düz masrafım 1000$.

Bu devirde ÇOCUK yapan salaktır.

Not 23: CARİ AÇIĞI kısa ve orta vadede   kapatmanın tek bir yolu vardır; KUR HAREKETİ.

Başka bir yolu yoktur.

Mehmet Şimşek de bunu biliyor.

Ya da mesela, otomobilde ÖTV'yi arttırabilir.

Not 24: 5 yıldır 2. dünya savaşından beri en şiddetli çatışmaların yaşandığı Ukrayna'da hatta Rusya'da bile Türkiye’deki enflasyonun yarısının yarısı yok. Neden? Bu soruyu herkes kendine sormalı. Cevap çok basit. Cari açık diye bir sorunları yok..

Not 25: Olgunlaşmanın en önemli göstergesi bence boşvermeyi öğrenmek.

Not 26: Birisi Türkiyenin en büyük zenginliği nedir diye sorarsa aklınıza altın veya döviz rezervleri gelmesin. Hiç düşünmeden Atatürk, Keban ve son yapılan Ilısu barajları demek lazım. İnsanlar döviz ve altın yemezler. Peynir, ekmek, et, sebze, meyve yerler. Bunlar için de gerekli yegane şey sudur.

Not 27: Birisine merhamet duyarak sevmek, gerçekten sevmek değildir.

Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği, Milan Kundera

Not 28: "İktidar sizi nerenizden yaralıyorsa orası sizin kimliğiniz olur." 

Milan Kundera

Not 29: Almanya'da "halk parası" olarak da adlandırılan sosyal yardımların miktarı artırıldı. 1 Temmuz'dan itibaren her bir ebeveyn başına 451 euro, 14-17 yaş arasındaki çocuk için 420 euro, 6-13 yaş arası çocuk için 348 euro, 0-5 yaş arasındaki çocuk için 318 euro ödeniyor. Ailenin kirasını, ısınma ve diğer yan giderlerini yine devlet ödüyor.

Not 30: Kaç aç varsa hepsi ben/ Kaç hasta varsa hepsi ben/ Kaç liman önlerinde dönen/ İşsiz, hamal hepsi ben/ Kaç aşktan tersyüz edilmiş/ Aşık varsa hepsi ben!
Sezai Karakoç Üstat 

Not 31: şahlanan grevler içinde kahkahalarım küstah / bakışlarım beyaz bulutlara karşı obur / marşlara ayarlanmak hevesindeki sesim / gider şehre ve şaraba yaltaklanarak / biraz ağlayabilmek için / fotoğraflar çektirir / babam seferberlikte mekkâredir.
İsmet Özel

Not 32: Kemal Tahir’in öğüdü: “Maskaralık yaptığın sürece seni alkışlarlar, ciddi bir şey yaptığında kimse suratına bakmaz; yolunu ona göre seç!”

Not 33: Hedefimiz mükemmel insan değildir, hele mükemmel toplum hiç değildir. Tüm istediğimiz normal insanlar ve normal bir toplumdur. Allah'ım bizi her türlü mükemmellikten koru! (Aliya İzzetbegoviç)

Not 34: İlim çok kıskanç bir şeydir. Para, şöhret ve mevkiyle hiç uzlaşmaz, hemen kaçar. Siz farkına dahi varamaz, arkasından bakakalırsınız. (Mehmet Genç)

Not 35: O demde ki, perdeler kalkar, perdeler iner,
Azrail'e hoş geldin, diyebilmekte hüner...
(Necip Fazıl)

Not 36: Sonbahar değil ilkbahardır
Ölümden sonra ölümsüz hayat vardır
(Sezai Karakoç)

Not 37: Düzensiz dünyanın günahıdır bu
Yakarsa dünyayı garipler yakar

Müslüm Gürses

Not 38: Karac’oğlan der ki her sözüm haktır
Yiğit olmayanın yalanı çoktur
Cehennem yerinde hiç ateş yoktur
Herkes ateşini kendi getirir

Not 39: Zarların hileli olduğunu
Herkes biliyor
Parmakların üçkâğıt yaptığını
Savaşın bittiğini herkes biliyor

İyilerin savaşı kaybettiğini
Zaten savaşın da hileli olduğunu
Yoksulun yoksul kaldığını, zenginin zengin 
Böyle gelmiş böyle gidiyor
Herkes biliyor.

Leonard Cohen

Not 40: Dünyadaki dört kişiden biri Müslüman ama toplamda Almanya kadar gelirleri yok. Ya çalışmıyor, üretemiyoruz. Ya çalışıyor ama üretemiyoruz. Ya üretiyoruz da kazanamıyoruz. Tembel miyiz, beceriksiz mi, akılsız mı?

Not 41: Kemalistler, solcular, ülkücüler ve en nihayet İslamcılar. Aslında hepsi tarihsel önermelerini büyük ölçüde tükettiler, ahlaki üstünlük bakımından eşitlendiler. Yeni kuşaklar, yeniden başlayacaklar.

Not 42: İhtiyacımızdan fazla yiyecek üretiyor, fakat açları doyuramıyoruz. Galaksilerin esrarını çözüyoruz da, ailelerimizin sırlarına aklımız ermiyor. (Charles Handy)

Not 43: Tanrı’yı tanımak ile O’nu sevmek arasında ne çok fark var!

Blaise Pascal

Not 44: Üryan geldim gene üryan giderim
Ölmemeye elde fermanım mı var?
Canalıcı gelmiş can talep eyler
Benim can vermeye dermanım mı var?

Dirilirler dirilirler gelirler
Huzur-u mahşerde divan dururlar
Harami var diye korku verirler
Benim ipek yüklü kervanım mı var?

Karacaoğlan

Not 45; Dünya nasıl olsa bir gurbet
Bağlanma sen ona küçük efendi
İçinde yurdundan ayrılanların sızısı olsun
Gir hayretin bağına, şan olsun âlemde
Hayat sürekli bir mucizedir oğlum
Şaşırmayı öğren her yeni günde.

Kemal Sayar

Not 46: Goethe, kâğıt parayı modernliğin ikinci ayağı kabul ediyordu. Birinci ayak, bireyin kesin bilgi ve haz karşılığında ruhunu Şeytana satmasıydı. İkinci ayak ise, devletin kâğıtpara karşılığında ruhunu Şeytana satmasıydı. Modernlik, çarpılmış bireyle, Şeytan-devletin bileşkesiydi.

Not 47: Ve Kudüs Şehri. 
Gökte yapılıp yere indirilen şehir.
Kalbime bir ağırlık gibi çöküyor şimdi.
Ne diyor ne diyor Kudüs bana şimdi
Hani Şam’dan bir şamdan getirecektin
Dikecektin Süleyman Peygamberin kabrine
Ruhları aydınlatan bir lâmba
İfriti döndürecek insana.

Sezai Karakoç

Not 48: Bizler bir ormanın ağaçlarıyız, dallarımız birbirine değmeli. (Mustafa Kutlu)

Not 49: Hakikatleri kelimelerin kalbine indiren Allah’a hamd olsun!

Not 49: Kavak ağacını beğenen ve seven pek az kişi gördüm; çünkü dosdoğrudur. (Cenap Şahabettin)

Not 50: Sessizce yürüyoruz tepenin yamacında bir akşam.
Alacakaranlığın yoğunlaşan loşluğunda amcamın oğlu
suskun, yanık yüzlü, dingin, beyaz giysili
bir dev sanki. Suskunluk bizim erdemimiz.
Atalarımızdan biri iyice yanlız kalmış olmalı,
bize bunca sessizliği öğretebilmek için.

Pavese

Not 51: Savaşa girdin kalbim bin yara aldı beni
Ne denli acı varsa aradı buldu beni

Seni bir bomba gibi taşımak bu göğüste
Bir Ebubekir kıldı bir Ömer kıldı beni

Osman Sar

Not 52: “Güçsüz birini görevlendirme ki, işi zayi etmesin. Doyma bilmeyen birine iş verme ki, hırsızlığıyla sana zarar vermesin. Yükselmek zordur, alçalmak ise çok kolaydır. Liyakatli insanlara görev veren, düşmanlardan korunur.”
Maverdî

Not 53: Kumarbaz’dan (Dostoyevski’nin romanı) çıkardığım ders: Kumar bir talih oyunu değil, bir vertigo (başdönmesi) oyunudur. İnsan kazanmak için değil, kaybetmek için oynar. Kaybetmek istediği para değil, kendisidir! Kur’an’da içki ile kumar yasağının birlikte anılması bundandır. İkisi de baş döndürür!

Not 54: Ekmek hepimize yetmiyor,
kitap da yetmiyor,
ama keder
dilediğin kadar,
yorgunluk da göz alabildiğine.

(Nazım Hikmet)

Not 55: ibrahim
içimdeki putları devir 
elindeki baltayla
kırılan putların yerine
yenilerini koyan kim

asma bahçelerinde dolaşan güzelleri 
buhtunnasır put yaptı
ben ki zamansız bahçeleri kucakladım
güzeller bende kaldı
ibrahim
gönlümü put sanıp kıran kim

Asaf Halet Çelebi

Not 56: İnceliğini yitiren kültür yozlaşır. Pembe Köşk ile Çinili Köşk’ü yıktırıp onların yerine (borç parayla) Dolmabahçe Sarayı’nı yaparsanız, sizden sonrakiler de sarayınızın karşısına stadyum kondururlar! (Turgut Cansever, Anlayış, Haziran 2005)

Not 57: Melekler bir demir parçasının üzerine oturmuş
Her biri bir damla atıyor aşağıya
İşte yağmur bunun için yağıyor
Ben bunun için yağmuru seviyorum
(Sezai Karakoç’a rahmet diliyorum…)

Not 58: Biz bir dağdan “Allah” diye bağırırız, o ses diğer dağdan “Özgürlük” diye yankılanır. (Şeyh Şamil)

Not 59; Avrupalıların Afrika’da ilk yaptıkları şey hapishane olur, sonra kilise, sonra da bir pazar kurup ticareti denetim altına alırlar. (Abdulrazak Gurnah, Cennet, 1994. Nobel 2021)

Not 60: Borcunun tamamını her ay geri ödeyen müşteri makbul değildir. Bankaların hedefi “kalıcı bir borçlular ırkı” oluşturmaktı ve bu hedefe ulaştılar. (Zygmunt Bauman)

Not 61: Biz, kısık sesleriz... Minareleri,
Sen, ezansız bırakma, Allah'ım!
Ya çağır şurda bal yapanlarını,
Ya kovansız bırakma, Allah'ım!
Bize güç ver... Cihâd meydanını,
Pehlivansız bırakma Allah'ım!
Bizi sen sevgisiz, susuz, havasız
Ve vatansız bırakma, Allah'ım!

Arif Nihat Asya

Not 62: Seher vakti çaldım yârin kapısın
Baktım yârin kapıları sürmeli
Boş bulmadım otağının yapısın
Çıkageldi bir gözleri sürmeli 

Agâhî karıştır kanı yaş ile
Dost bulunmaz hayal ile düş ile
Yetilmez menzile bu gidiş ile
Hemen aşk atına binip sürmeli

Şarkışlalı Âgâhî

Not 63: Öldü anne ve mutfaklar kilitlendi
Kilerler boşaltıldı farelerce
Artık çamaşırlar yıkansa da hep kirlidir
Herkes salonda toplansa da 
kimse evde değildir.

Sezai Karakoç

Not 64: 24 Ağustos artık çok kritik bir tarih. Bu kez rasyonel ama bir o kadar da radikal bir enflasyon tahmininin yapıldığı ortamda gelecek faiz kararı. Bundan sonraki dönemde her şeyin başlangıç noktası 24 Ağustos olacak. Çok net mesaj verecek. Enflasyon beklentilerini düzeltmeden, faizi dengeye oturtmadan insanlara ne söylerseniz söyleyin ikna olmayacaklar. Hepimizin problemi bu. Ne ödediğimize bakmıyoruz artık. Çünkü artık ucuz nedir, pahalı nedir bilmiyoruz. Enflasyon beklentilerimizi çıpalamadan da zor. Kademeli faiz artışından kaybedilen vaktin çok pahalı olduğuna inanıyorum.

Not 65: BİR SOSYOLOG YORUMU 

Tayyip Erdoğan, Reis sevdası bir hummadır. 

Ezikliğin getirdiği intikam hissinin, cahilim ama güç bende diyebilmenin, kompleksine neden olan kendinden yüksek gördüğü güruha had bildirmenin kronikleşmiş halidir. 

En ufak rasyonel bir yani yoktur.

Not 66: Gerçekten ne sandınız, 9 seçim kaybetti ama 10.cuyu kazanır mı sandınız? 

Ancak aptallar aynı seyi yaparak farklı sonuç bekler demiş Einstein.

KK, iyi ve dürüst adam. Norveç'te çok iyi bir siyasetçi olurdu. 

Ama siyasal islamcılarla, ve ülkeyi sarmış bu korkunç cehaletle baş etmek, çok farklı özellikler ister.

Not 67: Araplaşarak kaybolan Uygarlıklar:

Köklü bir kültürü olan Farslar Arap değildir Araplaştı

Pakistanlılar Afganlar Arap değildir, Araplaştı

Iraklılar Arap değil Sümerlerin, Akadların, Babillilerin, Asurların, torunlarıdır, Araplaştı

Suriyeliler Arap değil Süryanidir, Araplaştı

Mısırlılar Arap değil Antik Mısır medeniyetinin mirasçdandır, Araplaştılar

Kürtler Arap değildir, Araplaştı

Savaşçı Çeçenler Arap değildir, Araplaştılar

Tunus Arap değil Kartacalı Anibal'in torunlarıdır, Araplaştılar

Cezayirliler, Libyalılar, Faslılar, Arap değildir Tuareg ya da Berberidir, Araplaştılar

Lübnanlılar Arap değil tarihin gördüğü en iyi denizciler olan Fenikelilerin torunlarıdır, Araplaştılar

Boşnaklar Arap degildir, Araplaştılar

Osmanlılar Arap değildir, Araplaştılar

Türkler Arap değildir, Atatürk özüne döndürdü ancak hızla Araplaşıyorlar. 

Nursultan Nazarbayev